Risalet Nurlarıyla
-Her emri "müsbet" olan Peygamberimize (asm)-
Bir çöl sabahında doğdu sesin.
Kum tepeleri ve vaha susarken
güneş bile secdeye vardı.
Bir anne yüreğindeki veda
bir yetimlik kadar derin,
bir ümmet kadar bereketliydi gelişin.
Gökyüzü seni bekliyordu
sükûtla…
Bir yıldız kaydı
ve Mekke’nin kalbi titredi...
Ey sükutun en gür hali,
ey taşları konuşturan rahmet!
Sizinle açıldı sema,
seninle çözüldü zincirler...
Bir çobanın duasında,
bir kervanın izinde ve
bir yetimin gözyaşında
adını öğrendi dünya:
Muhammedi Arabi…
Gül solsa da
gönüller seninle yeşerdi.
Taşlar, ceylan ve deve bile dile geldi
ve ayetler, sözler, kelam
kalplerde nice can buldu.
Simdi ise her ezanla
Siz geçiyorsunuz kalbimizden, femimizden
her salâvâtla diriliyor zaman
Size en çok yaklaştığımız an
sözün sustuğu ve
gözlerin dolduğu an...
**
Geceydi
ama karanlık değildi
bir mağara
sessizliğin en derin yerinde
kalbin en dip sığınağında
bir Zat (asm)
susarak konuşuyordu
Ne yıldız vardı o an
ne rüzgâr...
Sadece bir bekleyiş
yalnızca bir ağırlık
ve bir ses
görünmeyen yerden
gelen
"Oku!"
Dondu zaman,
taşlar sustu
tüyler diken diken oldu göğsünde kainatın...
"Oku!"
dedi melek
"yaratan Rabbinin adına"
Ve o an
bir çağ başladı;
bir kelime
bir çağlayan gibi
taştan, ışıktan, harften
yeryüzüne indi...
**
Ört beni
dedi
ört beni Hatice!
Çünkü
yüreği yanmıştı nur ile
kelime ve "oku"dan öte
"IKRA" emriyle...
Ve o ilk söz
bir tohum gibi düştü toprağa;
Nebaen edip dal budak verdi
Ashab, tabiin, kutup; ümmet oldu kısaca ..
Hala yankılanır o mağaranın içinden
bir ses: "Oku!"
Kendini, muazzam kâinatı ve Kur'an'ı
Ve kalbini oku
**
Taş duvarlar arasında
bir kelime dolaşıyordu: Allah Aziz ve Celil!
Ama dudaklarda değil
yüreklerin en derin yerindeydi henüz...
Mekke,
putlarla susmuştu
ticaretle, soyla, kibirle
kapanmıştı kulaklar hakikate.
Ama O,
ısrarla çağırıyordu insanı Rabbine;
gece indiğinde yıldızlarla konuşur gibi
gündüzleri ise
taşa toprakla sabrı yazardı
Bir el
çocuk başını okşarken
öbür el
zulme taşı yüreğinde taşıyor
Hak geldi
ama kolay değildi,
her adımda
bir çığlık, bir işkence
nice kan damlası vardı
Yasir şehit düştü
Sümeyye’nin tenine mızrak saplandı
Bilal, taşların altında "Ahad!" dedi
ama o
hep aynı sözü tekrarladı;
hep aynı secdeyi sundu Rabbine:
sabır… sabır… sabır dilemede...
Çünkü
O biliyordu ki
zafer, sabırla gelir
zulmün en koyu anında
rahmetin kapısı açılır.
**
karanlıkta ilk ışık oydu
Hira’dan inen o yorgun Zat'a
ilk sarılan, ilk inanan
Ört beni, dediğinde
yalnızca bir örtü değil
bir ömür sardı üzerine...
İman ve İslam
bir kadının gözünden
bir annenin yüreğinden aktı dünyaya
mallarını verdi
yüreğini verdi
sükûnetini
ve dualarını
Mekke sırtını dönse de
o hep oradaydı
bir dağ, bir dua gibi...
her taş atıldığında
bir sevgiyle örttü yarayı
her yalan söylendiğinde
bir hakikatle doğrulttu onu
O varken
yoksulluk yok gibiydi,
yalnızlık eksikti.
Çünkü onun bakışı
bir ümmetin gözbebeğiydi
Ve Sen
hep Hatice dedin yıllar sonra bile
çünkü ilk iman
ilk sükûn
ilk dostluk
hep o’ndaydı
**
Sessizdi gece
yıldızlar sarkmıştı semadan
gölgeler yürüyordu dağların ardında
bir kalp
bir emaneti taşıyordu dünyaya
Mekke geride kaldı
bir hasret gibi…
bir dağ gibi…
ama yüzü dönüktü hakikate
yol
onu çağırıyordu
Bir hurma dalı kıpırdadı
bir kuş
kanadını sessizce açtı
Ebû Bekir’in gözlerinde
bir veda duruyordu
ama gözyaşları değil
teslimiyet damlıyordu o an
Sevr'in mağarasında
taş bile sükûnet buldu
örümcek
örtüsünü dokudu ümmetin üzerine
bir güvercin
rahmetin nöbetini tuttu
Ve sonra
ışıkla doğdu sabah
bir yol
bir şehir
bir çağ başladı
Medine
sadece bir şehir değildi artık
bir kalbin
bütün zamanlara kök salışıydı
Hicret
bir kaçış değildi
bir dirilişti
ve biz
o yolculukta öğrendik
imanın en güzel adımını.
Bizim hicretimiz bundan geri
Yiğidin yıkıldığı Anadolu değil
Kalbimiz olacaktır artık,
" Arabistan da olsam buraya gelirdim"
Seda salan Üstad gibi...
Mehmet Nuri BİNGÖL/ 2003