Rabbimiz (cc) kâfirlerle dostluğu yasaklamıştır. Onları sırdaş tutmak, onlara muhabbet beslemek yasaklanmıştır. Şimdi evvela bu konuyla ilgili âyet-i kerimelerden bazılarına meâlen bakalım:
“Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler, kim bunu yaparsa, artık Allah’tan hiçbir şey beklemesin. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnızca O’nadır.”
“De ki: İçinizdekileri gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye kâdirdir.” (Âl-i İmrân Sûresi / 28, 29)
“Onlar size, incitmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.” (Âl-i İmran Sûresi / 111)
“Ey îman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar: Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmuştur. İçlerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız herhalde âyetlerimizi size açıklamış oluyoruz.
“İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütünüyle kitaba inanırsınız: Onlar ise sizinle karşılaştıklarında ‘inandık’ derler: kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. ‘Kininizle geberin!’ deyiver.
“Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır: başınıza bir musibet gelse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve Allah’tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Âl-i İmrân Sûresi / 118, 119, 120)
“Hulasat-ül Beyan” tefsirinde, Âl-i İmran Sûresi’nin 28. âyet-i kerimesi şu şekilde açıklanmıştır:
“Yani; müminler dinlerinde kardaşı oldukları müminleri terk ederek düşmanları olan kâfirleri dost ittihaz etmesinler. Binaenaleyh; gerek karabet [akrabalık bağı, yakınlık] ve gerek İslâmiyet’ten evvel aralarında olan muhabbette binaen onları dost ve kardeş ittihaz etmekle bir mecliste hem sohbet olarak ehl-i imanın esrarını vermesinler. Onlara, dostluk dolayısıyla küfür ve nifak ve ahlâk-ı fasideleri [kötü ahlakları] sirayet edeceğinden ihtiraz üzere bulunmak [onlardan sakınmak] lâzımdır. Çünkü insanların yekdiğerine tabiatlarının sirayeti bazı emrazın [hastalığın] sirayeti gibidir ve bilhassa küfr-ü nifak marazları derhal sirayet eder. Zira; tabiat-ı beşerin isyana meyli seri olduğundan, mü’minin imanının sirayetinden kâfirin küfrünün sirayeti daha süratlidir ve eğer bir kimse onlara muhabbet ve dostlukta devam ederse, Allah’ın muhabbetinden hiçbir şeye malik olmaz. Zira dostluğun şânı; dostun dostunu dost ve düşmanını düşman ittihaz etmektir. Yoksa Allah’ın düşmanı olan kâfiri dost etmek Allah’a dostluğa münafidir. Şu kadar ki, kâfirler size galebe ederler de onlardan korkunuz olursa o vakit dostluk izhar etmenizde zarar yoktur. Zira; zaruret olunca haram olan şeyler mübah olur. Amma icapsız dostluğun mazarrattan başka bir şey olmayacağına binaen Allahu Teâlâ bizatihi kâfirlerin dostluğundan sizi korkutur ki, kâfire dost olup da gazaba mazhar olmayasınız. Zira; varacak yeriniz ancak huzur-i İlâhidir. Binaenaleyh; dostluğunuzu Allahu Teâlâ’nın dostlarına hasretmeniz lâzımdır ki, bu vesileyle Allah’ın rızasına nâil olasınız.
“Fahr-i Razi’nin beyanı veçhile müminlerden bazılarının Yahudilerle zaman-ı cahiliyede olan dostluklarını idameye onlar da dostları olan müminleri din-i İslâm’dan tenfire çalışmaları ve bazılarının da Mekke müşriklerine dostluk izhar etmeleri üzerine, bu âyetin nazil olduğu mervidir. Binaenaleyh; Allahu Teâlâ kâfirlere dost olmayı ve muhabbet etmeyi bu âyetle haram kılmıştır. Yalnız kâfirler galebe eder ve onlardan korku olursa onlara dost görünmeye ve muhabbet izhar etmeye hatta kalbi imana müsterih olarak onlara mümaşat etmeye müsaade etmiştir. Amma ihtiyaç görüldüğünde ihtiyaç miktarı onlardan yardım talep etmek caizdir.” (Mehmed Vehbi, Hülâsat’ül Beyan, c. 1-2 s. 575-576)