ARAPÇA TABELA İSTEMİYORUZ!!!
Başlık dikkatinizi çekti değil mi?
Zaten amacım da buydu, dikkatinizi çekmek!
Çünkü artık insanlar medyada algı ile yönetiliyor. Ben şimdi buraya 'ingilizce tabela istemiyoruz' diye yazmış olsaydım, bu adam saçmalamış diyebilirsiniz. Ama arapça tabelaya, yazmaya, konuşmaya karşı çıkmak algısı bir millilik ve modernlikle eşdeğer tutulmaya başlanmış ve bu şekilde algı yönetimi yapılmaktadır.
Ama ingilizce konuşmak ve yazmak da o kadar hayatımıza girmiş ve normalleşmiş ki, bunu eleştirmek bile cehaletle özdeştirilir olmuş. Toplumda öylesine kabulleniş var.
Türk Dil Kurumu'nun güncel Türkçe sözlüğünde 111 bin 27 kelime bulunuyor.
Bunun 14 bin 1981’i yabancı kökenli.
Şimdi yeni bir tartışma yaşanıyor.
Türkiye'deki çoğu insanda arapça dışında nerede ise tüm diller ile ilgili konuşma, yazma ve tabelaların normal olduğu kanaati oluşmuş durumda. Siz de öyle düşünenlerdenmisiz?!
Hatta son yıllarda bunun bir kültürel gelişme, globalleşme olduğunu bile düşünenler çoğaldı.
Ama arapça hariç, çünkü Suriyeliler, Katarlılar, Iraklılar, Suudiler arapça yazar konuşurlar ve çoğunluğu gericidir, yobazdır ve bizi arkadan vurmuşlardır!
Ama ingilizler öyle mi, ya fransızlar, ya italyanlar hele de yunanlılar hiç öyle yapmışlarmı ki?!
Yok canım, Anadolu'yu işgal eden ve İzmir'e ingiliz gemileriyle çıkıp, fransız gemileriyle kaçmadan evvel Manisa, Aydın, Afyon, Uşak, Kütahya, Eskişehir, Denizli, Balıkesir, Bursa, Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ'ı işgal eden Yunan askeri değil Suriyeli çetelermiydi yoksa?!
Antep, Hatay, Urfa, Maraş, Adana'yı işgal edenler Fransızlar değil Katar'lılarmıydı?!
Ya ingilizler, hani o sosyal medyada özentiyle isimlerini bile gururlanarak onların lisanlarıyla yazanların dedelerinin yaşadığı illerden önce İstanbul'u 5 yıl işgal edip nasıl olduysa tek kurşun atmadan boğazlardan yolcu edilmeden önce Kilis, Antep, Maraş, İskenderun ve bugün bizden değil deyip aşağladığımız eski Osmanlı vilayetlerinden olan Şam, Musul, Cerablus'u işgal edip, ardından Fransızlarla birlikte ne idiğü belirsiz öncesi tarihi bile olmayan Suriye isimli yalan bir devlet kurarak 100 yıldır sömüren İngilizler, Fransızlar değil de Iraklılar ya da Suudilermi girmişti Anadolu topraklarına yoksa?!
Belki de öyledir de bize tarihi birileri yanlış mı anlattılar, yazdılar yoksa?
Yoksa niye bu kadar kinlenelim ki arapçaya değil mi?!
Tabelaların araplaşmasından şikayet edenlerin ülkelerini işgal edenlerin dillerinden yana şikayetçi olduklarını ve İngilizce, Fransızca, İtalyanca tabela, menü veya tanımlamalardan şikayet ettiklerini duymadım, görmedim.
Yoksa biz müstemleke ülkesimiyiz ki, bin sene bir arada olduğumuz kültüre düşman oluyoruz da, bin sene hasım olduğumuz kültürlere aşık olmuşcasına onların dilleri ile konuşup, onların folklorik kültürlerine sahip çıkarız.
Hele de Türk ve müslüman oldukları için Türkiye'den uzak kaldıkları topraklarda zulümlere maruz kalıp ardından ana vatanlarına kavuştukları halde kendilerine zulmedenlerin dillerini, kültürlerini aile arasında bile konuşan, yaşatan hatta stk'lar kurup bu dilleri yaşatmaya çalışanları gördükçe şaşırmamak, kızmamak mümkün değil.
Niye acaba?!
İnsan buna neden ihtiyaç duyar ki?!
İnsan Türk olduğu ve Türkiye'de özgürce yaşadığı ve aidiyeti bulunduğu halde neden rumca, bulgarca, sırpça, arapça, ingilizce, rusça, fransızca vs konuşma ihtiyacı duyar?!
Madem ki mesele Türkçe diline sahip çıkmaksa bunu tüm hayatımıza yansıtalım.
Hatta kendilerini vatansever, Atatürkçü diye ifade edenlerin bile profillerinin başka ülkelerin dillerinde olduğuna rastlıyoruz.
Bu insanlar kendilerini bu şekilde (başka dilde) ifade etmenin modernlik, çağdaşlık, rasyonellik, entelektüellik olduğunu zannetikleri ve aslında kendi kültürlerini ve aidiyetlerini kabullenememe psikolojisi içinde olduklarının bir göstergesidir bu hal.
Eğer ki bu modernlik ve çağdaşlık göstergesi olmuş olsaydı ve gelişmişliğin göstergesi başka bir ülkenin dilini konuşmak, kültürünü taklit etmek ve kabullenmekten ibaret olmuş olsaydı belki o zaman dil devrimimiz sadece latin harflerinin kabul edilmesinin yeterli olmadığı ve İngilizce veya başka bir dil mecburiyeti kanunlaşması gerekirdi.
Madem ki Kemalist devrimde böyle bir kanun yok ve kendisi hayatının hiçbir döneminde böyle birşey yapmamış, bugünkü bu özentinin ardında yatan ne olabilir ki?!
'Diller arasında kelime alış verişi tabiî bir dil hadisesidir. Ancak bunun sınırı ve ölçüsü vardır. Türkçenin Doğu’dan ve Batı’dan aldığı kelimelerle anlatım bakımından zenginleştiği kabul edilebilir bir gerçektir. Ancak dilde bir kavramı karşılayacak söz varken veya söz konusu böyle bir yeni kavram Türkçenin zengin türetme imkânlarından yararlanılarak karşılanabilirken yabancı kelimeyi olduğu gibi alıp kullanmak yanlıştır. Batılı veya çağdaş olmak, Batılı görünmek Batı kökenli kelimeleri kullanmakla sağlanamaz. Aydın ve Batılı olmak kendi değerlerini korumak, diline karşı duyarlı olmak ve onu geliştirmekle sağlanır.'
(Prof Dr Hamza Zülfikar)
Kendileriyle ortak bir aidiyeti olmadığı halde, bir başka ülkenin dilini, kültürünü gönüllü kabul etmek ve onu kendinden bir parça gibi yaşamak ve yaşatmak hali sosyolojik ve psikolojik bir travmadır.
Bu durumun sosyolojideki tanımı şöyledir:
'Kültürel Kimlik (Cultural Identity) ve Bireyin Öz Algısı (Self-Perception)
Bir bireyin iki kültürlü olarak tanımlanmasında her iki kültürle de ne derece özdeşleştiği önemli bir unsurdur.
Eşit olmasa bile her iki kültürde de belli bir yetkinliğe sahipken birey bu kültürlerden yalnızca biriyle özdeşleşmiş veya
her ikisiyle de özdeşleşmemiş olabilir.
Bu durum, bireyin kültürel kimliğiyle ilgilidir. Birey, kültürel kimliğini her iki kültürle veya kültürlerden yalnızca biriyle oluşturmuş, bazen de hiçbiriyle oluşturmamış olabilir.
Kültürel yetkinliğine göre iki kültürlü olarak tanımlanabilecek bir birey, kültürel aidiyet unsuru göz önünde bulundurulduğunda kendini bu şekilde tanımlamayabilir.
Aslında iki kültürlü olup kendilerini tek kültürlü olarak tanımlayan veya iki kültürlülükleri hakkında farkındalık geliştirememiş bireylerle sıklıkla karşılaşılabilir. Benzer durum iki dillilik için de geçerlidir. Eşit olmasa bile iki dilde de belli bir yetkinliği olduğu için iki dilli olarak
tanımlanabilecek bir birey, öz algısına göre kendini tek dilli olarak tanımlayabilir ve iki dilli olduğunu kabul etmeyebilir.
Bu duruma da göçmen kökenli Türk toplumlarında, özellikle birinci nesil göçmenlerde sık rastlanmaktadır.
Daha önce belirtildiği gibi, hâkim kültür tarafından kabul görmenin göçmen bireylerin kültürel kimlik gelişiminde önemli bir etkisinin olduğu unutulmamalıdır.
Hâkim toplumun göçmen bireylerin kültürel
aidiyetlerine ilişkin algısı, göçmen bireylerin öz algısını etkileyebilmektedir.
Dolayısıyla hâkim toplum tarafından iki kültürlülüğü kabul gören bireylerin kendilerini iki kültürlü olarak hissetmeleri daha olasıdır.'
Süverdem, F. B. ve Ertek, B. (2020).
İki Dillilik ve İki Kültürlülük: Göç, Kimlik
ve Aidiyet.
The Journal of International Lingual Social and Educational Sciences, 6(2), 183-207.
Bu akademik yazıya göre de denilebilir ki; Türkiye'de, iki kültürlü olmak ve bunu yaşatmak, göçmen olarak sonradan gelenlerin yerleştiği toplumda kabul görmeleriyle doğru orantılıdır.
Yani göçmenler Avrupa, Rusya, Kafkas bölgesinden gelmişse kültürleri, dilleri daha rahat kabul görebiliyor ama Doğu Türkistan, Afganistan, Afrika, Suriye, Irak tarafından gelmişlerse hakim toplum tarafından kabul görmeleri çok daha zor olabiliyor.
İşin ilginç yanıysa daha önce göçmen olarak yerleşip de, sonradan hakim toplum durumuna gelmiş olan toplumlar, yeni gelenlere karşı daha tutucu ve sert tavır alabiliyorlar.
Huzurlu günler…