ASKERİ, POLİSİ, DEVLET MEMURUNU RENCİDE ETMEK DEMOKRATİKLEŞME MİDİR?
Dedem askerliğini 1940’larda Urfa’da yapmış. Bir eşkıya varmış. Askerlerle çatışmaya girermiş. Ama korkutmak için sağa-sola ateş eder, askere asla ateş etmez ve kaçarmış. Devletin askerine polisine mermi atmazmış asla…
Kabadayılar varmış eskilerden… Suç işlerse kendisi gider teslim olurmuş…
Sadece askere, polise mi saygı?
Öğretmenlere duyulan saygıyı düşünün… Sokakta görünce önümüzü ilikleyip, başla selam verdiğimiz günleri…
İmamlara duyulan saygıyı düşünün…
Bugün babasından yaşlı öğretmene yapmadığını bırakmayan öğrenciye karşı okul ve öğretmenin eli kolu bağlı…
Bugün şanlı ordumuza duyulan talep hızla azalmaya devam ediyor gençler arasında. Harp Okulları’na talebin yüzdelik dilimine bakın… Ne kadar düştü? Görün…
Polisimize yakın geçmişe kadar halkımızın duyduğu saygı ve sevginin düzeyini düşünün…
Aslında her anlamda hızla yozlaşan toplumumuzun içler acısı halini de göz ardı etmemek lâzım…
Ataların tabiri ile; AT İZİ İT İZİNE KARIŞTI…
EN KÖTÜ KÖTÜLÜK, KÖTÜLÜĞE ALIŞMAKTIR.
Devlet, milletin varlık sebebidir.
Devletin bekâ organları, Ordusu (Türk Silahlı Kuvvetleri), Kolluk Kuvvetleri (İçişleri Bakanlığı; Polis+Jandarma), İstihbarat Teşkilatı (MİT)’dır. Ancak şu bilinmelidir ki, Millî Eğitim, Üniversiteler (YÖK), Sağlık, Ulaştırma Bakanlığı gibi bakanlıklar da bekâ için hayatidir. Esasında “Bir bedende hangi organ daha önemli?” sorusuna cevap “Hepsi de!”dir.
ANCAK TOPLUMDAKİ ALGI DEVLET DEYİNCE TÜM DÜNYADA AKLA ASKER VE POLİS GELİR.
Çekmeköy’de bir polisimiz şehit edildi. Sosyal medya paylaşımlarından da gördük ki, tüm Özel Harekât Polislerimiz gibi daha Vatan Sevdalısı, Millet Fedaisi bir yiğit… Pekî bu polisimizi vuranlar?.. Katiller suç şebekesi. Yaşam hakları var mı? Asla yok. Dilerim hapishanede vatandaş gereğini yapar…
Devletin hangi birimine olursa olsun kalkan el ibret olacak şekilde kırılmalı…
Devlet malı çalana, tüyü bitmemiş yetim malı çaldığı dersi en sert şekilde verilmeli.
“Statuko, Eski Türkiye” vs. diyerek FETÖCÜ İHANET şanlı ordumuzun şahs-ı manevisini aşağılayıp, tahkir ederek asker ve polisimizi gözden düşürmeyi hedeflemiştir. 15 Temmuz Kalkışması ile de bu alçaklığını müşahhas hale getirmiştir. Bugün siyaset kurumunun iktidar ya da muhalefet tamamı Yüce Türk Milleti için devletin itibarı ile özdeşleşmiş YA DEVLET BAŞA, YA KUZGUN LEŞE! şiarının da ete kemiğe bürünmüş hali olan asker ve polisimizin itibarını iade için emek vermelidir.
Merhum Mustafa Kemal Paşa 31 Temmuz 1920 tarihinde Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben yaptığı konuşmada bakın müthiş şeyler söylüyor.
Düşman kim? İngiliz Gevuru ve yancıları…
Şimdi değişen bir şey var mı? Hayır!
Çünkü 1. Dünya Savaşı devam ediyor…
Şimdi İngiltere’ye ABD’ni de ekleyiniz.
“Efendiler!
…
Arkadaşlar!
İngilizler ve yardımcıları, milletimizin bağımsızlığını imhâya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atıfetine borçlu değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerin tabiatında en yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvete, mücadele ile mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve esir vaziyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur. Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lâzımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için, kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icâp eder. Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzûmuna olan vicdànî imanıdır.
İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvelâ onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silâhlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almağa çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecâvüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzeti nefsini yok etmeye gayret ettiler.
Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla, milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak plânını tâkip ettiler ve ediyorlar. Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu.
ORDUYU İMHÂ ETMEK İÇİN MUTLAKA SUBAYLARI MAHVETMEK, AŞAĞILAMAK LAZIMDIR. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta, engeller ve müşkülat kalmaz. Bu hakîkat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.
Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak lüzûmuna tam bir iman ile kâni olmuş ve buna kati azim ile karar vermiştir. Zaman zaman, şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması, hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki imanına sekte vurmamıştır ve vurmayacaktır. Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lazım olduğunu söylediğim kaynak ki, milletin vicdanı-imanıdır, mevcuttur.
Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askerî hakikat, felsefî hakikattir; “ORDUNUN RUHU SUBAYLARDADIR.” O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek, canlandıracak, ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir. Millet, bağımsızlığının muhâfazasından ibaret olan hayatî gâyesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur. Tanrı göstermesin milletin bağımsızlığı ihlâl edilirse, bunun vebali subaylara ait olacaktır.
Subaylar; izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve ferasetleriyle, giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedàkâr olmak mecburiyetindedirler. Şahsî ve özel hayatları itibâriyle de subaylar, fedàkârlar sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları (subayları) öldürür, onları aşağılar ve hor görürler.
Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan; hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır. Şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına atmaktır. Dolayısıyla subay için “YA İSTİKLÂL YA ÖLÜM!” vardır.
Fakat arkadaşlar, ölmeyeceğiz!
Bağımsızlığımızı muhâfaza ederek yaşayacağız ve milletimizi dàimà bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!”
Özet şu ki; bir milleti imhası için değer verdiği kurumları yok et, rencide et, küçük düşür.
Türk Milleti için neler bunlar?
KIŞLA (Asker, Polis, Jandarma, İstihbarat)
MEKTEP (Okul, Üniversite)
CAMİİ (İmamlar, Diyanet)
Yukarıdaki mesleklerin mensupları örnek olacak ve sorumluluk alacaktır. Milletimizin saygısının muhafazası için siyasette politikalar belirlemelidir. Toplumun tekâmülü için bu kurumlar eğiticidir, timsal olmalıdır.
Strateji ve Yönetim Uzmanı
Emekli Yarbay Halil MERT

