Cemel Vakası ve Sıffin Savaşı
Günümüzde tarikatlara ve cemaatlere hatta evliyalara karşı şiddetli bir düşmanlık sürdürülüyor. Özellikle siyasi mülahazalar ile dindar insanlara çok hücum ediliyor. Nefret üretme, ötekileştirme ve Şeytanlaştırma yönteminden bir türlü vaz geçilmiyor. İşte bu fitneye karşı ehlisünnet âlimlerinin görüşleri ışığında “İslam ahlakına uygun bir tavır geliştirebilme” yollarını araştıracağız. Bu maksatla Vehhabilerin meşhur hocaları olan İbn-i Teymiye ve İbnü’l-Kayyim el Cevzi’nin sert ve acımasız eleştirilerini cevaplamakla işe başlayalım. Öncelikle Şura Suresi: 23. Ayet meali yol göstericidir. “Vazifem karşılığında sizden bir ücret istemiyorum; sizden istediğim, ancak akrabaya sevgi ve Ehl-i Beytime muhabbettir”. Demek ki Ehl-i beyte karşı yani Peygamberimizin (asm) ailesi ve Hazreti Ali’ye karşı sevgi ve muhabbet duygusu taşımak mecburiyetimiz vardır. Aksi takdirde Kuran ayetine karşı muhalefet etme durumu söz konusu olacaktır. Bazı kötü niyetli kişiler, Vehhabilik damarından gelen bir hata ile İslamiyet’i ve Kuran hakikatlerini muhafaza etmesi gereken ilahiyat kökenli hocaları kendi saflarına katarak, ehlisünnete darbe vurmaya çalışıyorlar. Öncelikle şu çok açık hükümleri tekrarlamakta yarar vardır. Ölmüş insanları kötülemenin hiç lüzumu yoktur. Zira onlar, ahiret yurduna, ceza mahalline gitmişler. Lüzumsuz, zararlı, onların kusurlarını beyan etmek, lazım da değildir diye, Ehl-i Sünnet ve l-Cemaat, Sahabeler zamanındaki fitnelerden bahis açmayı menetmişler. Birisini “dinsiz” olarak ilan etmek ve kâfirlikle suçlamak ise çok tehlikelidir. Eğer hatalı ise büyük bir mesuliyet ve zarar vardır. Buna mukabil eğer o kişi gerçekten dinsiz ve kâfir ise bile bunu söylemek veya ifşa etmek zorunluluğu da yoktur. Çünkü bu zamanda o kadar çok dinsiz etrafta dolaşıyor ki hangi birisini hedef alacaksın. Hem de bunlara kâfir diyerek sevap kazanılmaz. İşte bu yüzden Ehl-i Sünnet, Müslümanlar arasındaki ilk zamandaki savaşları ve üzücü hadiseleri münakaşa etmeyi caiz görmemişlerdir. Bunun hiçbir menfaati olmadığı gibi tefrikaya sebep olması yüzünden “İslam’a zarar verebilir”, düşüncesi ile bahsetmeye bile gerek duymamışlardır. Hem o harplerde, çok büyük Sahabeler, nasılsa iki tarafta da bulunmuşlardır. O fitnelerden gereksiz yere bahsetmekte Talha ve Zübeyir (r.a.) gibi cennetle müjdelenmiş büyük Sahabelere karşı bir inkâr, bir itiraz kalbe gelebilir. Hata varsa da “tövbe etme” ihtimali kuvvetlidir. O eski zamana gidip lüzumsuz, zararlı, şeriat emretmeden o ahvalleri tetkik etmek tehlikelidir. Bu zamanda bilfiil İslamiyet’e dehşetli darbeler vuran, binler lanete ve nefrete müstahak olan kişi ve gruplar o kadar çoktur ki; olanlara ehemmiyet vermemek gibi bir durum söz konusu olacaktır. Müslümanlar kendi kardeşleriyle iyi geçinmek zorundadır. Zira her taraftan materyalizm ve dinsizlik hücum etmektedir. Bu yüzden farklı düşüncede olanları; hata yapsa bile affetmek ve hakkını helal etmek gereklidir. Bilinmelidir ki büyük bir iyilik, çok günahlara kefaret olur, affetme sebebidir. Eğer eski tarihlerde geçen bu savaşların kısa bir özetini ver ve en azından bu fitneyi çıkarmak isteyenlere bir cevap verip meseleyi kapatalım diye düşünecek olursanız; şu kadarını söyleyebiliriz: Sahabelerin bir kısmı, o harplerde, nisbi adaleti ve şeri ruhsatları düşünüp hareket ederek Hazret-i Ali’nin (r.a.) takip ettiği hakiki adaleti ve azimeti terk etmişlerdir. Karşı tarafa bir içtihad neticesinde girmişlerdir. Hatta İmam-ı Ali’nin kardeşi Ukayl (Akil) ve "Ümmetin en bilgini" unvanına sahip Abdullah İbn-i Abbas dahi; bir vakit karşı tarafta yer almışlardır. Ehl-i Sünnet Velcemaat; Vakıa-i Cemel’de, büyük sahabelerden Zübeyir, Talha ve Aişe-i Sıddika (r.anhüm) bulunması nedeni ile o savaşı “içtihad neticesidir” demişlerdir. Sonuç olarak "Hazret-i Ali (r.a.) haklı, öteki taraf haksız; fakat içtihad neticesi olduğu cihetle affedilir" hükmünü vermişlerdir. Ayrıca hem Vehhabilik damarı, hem müfrit Rafızilerin mezhepleri İslamiyet’e zarar vermesin diye, Sıffin Harbindeki bağilerden de bahis açmayı zararlı görmüşlerdir. Haccac-ı Zalim, Yezid ve Velid gibi heriflere ilm-i kelamın büyük allamesi olan Sadeddin-i Taftazani, "Yezide lanet caizdir" demiş; fakat "Lanet vaciptir" veyahut "Hayırdır ve sevabı vardır" dememiştir. Çünkü hem Kur’ân ı, hem Peygamberi, hem bütün Sahabelerin kudsî sohbetlerini inkâr eden hadsizdir. Şimdi onlardan meydanda gezenler çoktur. Şer an bir adam, hiç bu lanetlileri hatıra getirmeyip söylemese, hiçbir zararı yoktur. Çünkü zem ve lanet; medih ve muhabbet gibi değildir. Bunlar; iyiliklerden ve salih amelden sayılmazlar. Eğer zararı varsa çok günahtır. Müslümanlar; Allah, madem elimizi o kanlı hadiselere bulaştırmadı, o halde biz de bu olaylarla ilgili ileri geri konuşmayalım ve "Fitne kapılarını kapatmak şeriatın güzelliklerindendir" diyerek, hareket etmişlerdir. Çünkü itiraza müstahak birkaç tane varsa da, tarafgirlik damarıyla büyük Sahabelere, hatta muhalif tarafında bulunan Al-i Beytin bir kısmına ve Talha ve Zübeyir (r.a.) gibi büyük zatlara; düşmanlık meyli uyanır diye, Ehl-i Sünnet o kapıyı kapamak taraftarıdır. Gerçi Ehl-i Sünnetin ve ilm-i kelamın büyük imamlarından meşhur Sadeddin-i Taftazani, Yezid ve Velid’in tel in edilmesine ve dalalet ehli olduğunu söylemeye cevaz vermiştir. Buna mukabil; Seyyid Şerif Cürcani gibi Ehl-i Sünnet ve l-Cemaatin allameleri demiştir ki; "Gerçi Yezid ve Velid, zalim ve gaddar ve günahkârdır; fakat ölüm anında imansız gittikleri kat i bir derecede bilinmez. Bu nedenle o şahıslara kesin bir delil bulunmadığı ve imanla ölmesi ihtimali olduğundan, öyle hususi şahsa lanet edilmez, demişler. Bunun yerine “Allah’ın laneti zalimlerin ve münafıkların üzerine olsun” diyerek genel bir sözün daha doğru olacağını söylemişlerdir. O halde biz dahi ehlisünnet âlimlerinin sözlerine itimat ederek haddimizi aşan sözleri söylememek zorundayız. Zaten ahirzaman fitneleri ve günahları içinde boğulmuşken bir de kul hakkına girip ne diye başımızı derde sokalım ki, vesselam…