“Deprem Değil, İhmal Öldürür!”
Çürük Yapılar Arasında Sağlam Vicdanlar Aranıyor
Sizce gerçekten doğal olan mı yıkar insanı, yoksa göz göre göre ihmal edilen mi?
Bir sabah işe geç kalma telaşıyla evden çıktınız. Anahtarı unuttunuz ama döneceksiniz diye önemsemediniz. Akşam eve döndüğünüzde o ev yerinde değil. Ne anahtar, ne kapı, ne duvar... Sadece toz, beton ve sessizlik…
Böyle bir sahne bir film sahnesi değil. Geçen Çarşamba İstanbul’da yaşanan korkunç deprem, binlerce insanı bu gerçekle yüzleşmeye bir adım daha yaklaştırdı. Öncelikle hepimize büyük geçmiş olsun.
Bu makale, sadece “geçmiş olsun” demekle kalmıyor. Çünkü biz artık geçmişe değil, geleceğe bakmak zorundayız.
Depremler doğaldır, yaşanır. Ama doğal olmayan, her depremde aynı acıları tekrar tekrar yaşamaktır. Çünkü deprem değil, çürük yapılar insanı öldürür. Bu gerçeği hâlâ duymayan, görmeyen varsa, vicdanlara çeki düzen vermek gerekiyor.
Kentsel dönüşüm hâlâ rantla, ihale ile imar kolaylığı ile anılıyorsa burada bir vicdan çürüğü vardır. Artık yapılar değil, zihniyetler dönüştürülmeli.
Peki, bir an için düşünün!
Bir bina yıkıldığında altında kalan sadece insanlar mı? Hayaller? Emekler? Gelecekler? Hepsi...
O halde neden depremi konuşurken sadece betonun kırılma dayanımından bahsediyoruz? Neden biz, “hayata dayanıklılık” inşa etmiyoruz?
Deprem çantası denilince akla hâlâ içine kolonya konan bir çanta gelmemeli. Belediyeler bağlı oldukları semtlerde yaşayan insanlara gerçekçi ve işlevsel deprem çantaları dağıtmalı. Herkesin çantasında ilk yardım malzemesiyle birlikte çadır kurma talimatı da olmalı. Çünkü gerçekçi olmak zorundayız: Ramazan kolileri ya da eski korona ilaçları değil, afet anında çadır, seyyar banyo, tuvalet ve temiz su kurtarır hayatı.
Artık bu ülkenin sokaklarında ezberletilmiş yangın tatbikatları değil, refleks haline gelmiş deprem tatbikatları yapılmalı. Çocuklar, yaşlılar, engelliler dahil herkes yılda birkaç kez bunu gerçek koşullarda yaşamalı. Çünkü hayat, hazır olana adildir.
Bir felaketi anlamlandırmak, evet insanın kadim arayışıdır. Ancak depremi sadece “Allah’ın cezası” ya da “ilahi ikaz” olarak açıklamak, bilimi, mühendisliği, planlamayı, sorumluluğu göz ardı etmek demektir. Fay hatları doğanın bir gerçeğidir; sorumluluk ise bizim insanlık gerçeğimiz.
“Bir felaketi önceden bilip önlem almamak, onu beklemek midir, yoksa onu davet etmek mi?” Sokrates bile bugün yaşasa muhtemelen “sorgulanmamış bir şehirleşme, yaşanmaya değmez” derdi.
Depremler, binalar kadar zihniyetleri de sarsar. Ama ne yazık ki, her sarsıntıdan sonra gökdelen gibi yükselen şey “rant” oluyor.
Unutmayalım!
Bir felaketten çıkar sağlamak, sadece etik değil, ahlaken de en derin çöküştür.
Bu yazıyı bir çağrı olarak okuyun. Çünkü bu ülke artık tesadüflerin değil, tedbirlerin ülkesi olmalı. Her birimiz bu zincirin bir halkasıyız: Bir çadır kurmayı bilmek, bir komşuya yardım etmek, bir belediye görevlisine gerçek ihtiyaçları anlatmak, bir makaleyi paylaşmak…
Hepsi bir deprem kadar sarsıcı olabilir; ama bu kez yapıcı anlamda.
Asıl soru:
Sarsıntılara karşı değil, sorumluluklara karşı ne kadar sağlam durabiliyoruz?