EĞİTİM VE KALKINMA
Günümüzde ülkelerin kalkınmışlık düzeylerinin belirlenmesinde, milli gelir miktarı
yanında; eğitim, sosyal, kültürel ve politik alanlardaki başarılar da önemli bir gösterge olarak
ele alınmaktadır. Dünyada eğitime daha çok önem veren ülkelerin daha yüksek kalkınma
atılımı gösterebildikleri, eğitim seviyeleri düşük olan ülkelerin ise kalkınamadıkları
gözlemlenmektedir. Dolayısıyla eğitim düzeyi yüksek olup da geri kalmış bir toplum
gösterilemeyeceği gibi, eğitim düzeyi düşük olup da sanayileşmiş, kalkınmış bir toplum da
gösterilemez. Bu nedenle kişi başına düşen eğitim ve sağlık harcamaları, gelişmişliğin önemli
kriterleri arasındadır. Kaliteli eğitim ile ülke kalkınması atbaşı gider.
İktisatçılara göre; sanayi ülkelerinin hızla gelişme nedenlerinden biri, bu ülkelerde
GSMH’nın %2’sini aşan bir kısmının devamlı olarak eğitim ve araştırma harcamalarına
ayrılmasıdır. Eğitim, ülkelerin yatırım yapmak zorunda oldukları bir alandır ve eğitime ayrılan
kaynak harcama değil, kârlı bir yatırımdır. Her ne kadar eğitim çok pahalı bir girişim olsa da
ondan daha pahalısı cehalettir. Bunu 2. Dünya savaşından sonra Avrupa ve Japonya
ekonomilerinin canlandırılması için hazırlanan Marshall Planından kısa sürede beklenmedik
başarılar elde edilmesinde görebiliriz. Az gelişmiş ülkeler için de bu etmenlerin geçerli
olabileceği düşünülmüştür. Ancak az gelişmiş ülkelerde başarı sağlanamamıştır. Çünkü bu
ülkeler, iyi yetişmiş iş gücü ile güçlü idari alt yapıya sahip değillerdi. İnsanın üretim sürecinde
başarılı olması için; nitelikli bir eğitim alması ve iş hayatından önceki eğitiminin yanı sıra
çalışırken de eğitimine devam etmesi gerekmektedir.
Japonya’da 1960’da kişi başına düşen ulusal gelir dünya ortalamasında iken,1990
yılında dünya ortalamasının % 120 üstüne çıkmıştır. Yunanistan’da, 1960’da kişi başına düşen
milli gelir dünya ortalamasının %40 altında iken 1990’da dünya ortalamasını yakalamış ve
üzerine çıkmıştır. Burada dikkat çeken şey aynı dönemde Japonya ve Yunanistan’ın her
ikisinde de eğitime bu oranlara yakın yatırım yapılmış olmasıdır. İhracatta ilk sıralarda yer
alan Almanya’yı “nitelikli eğitim, çalışkanlık, Protestan ahlâkına dayalı ticari ahlak ve dünya
ile kalitede yarışma” anlayışı kalkındırmıştır. Diğer taraftan 1980’li yılların başında Güney
Kore ile Türkiye’nin kalkınmışlık seviyesi ve kişi başına düşen geliri hemen hemen aynıyken,
Güney Kore’nin 80’li yıllarda büyük bir eğitim ve ekonomik hamle başlattı ve bugün kalkınmış
bir sanayi ülkesi olmayı başardılar. 2001 yılında Eğitim Bakanlığı, ‘Eğitim ve İnsan Kaynakları
Geliştirme Bakanlığı’ olarak yeniden yapılandırıldı ve ezberciliği ve test çözme becerisini ön
plana çıkaran eğitim sistemi 1995’ten itibaren temelden değiştirildi. Öğrencileri dünya
vatandaşı olmaya teşvik eden küresel girişimci, tekniker ve araştırmacı, bilgi tabanlı
ekonominin zorluklarını yenmeye çalışan bireyler olarak yetiştirme hedeflenmiştir.
Türkiye, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın (UNDP) yeni düzenlenen İnsani
Gelişme Endeksine (İGE) göre 83. sırada yer almıştır. Frederick Harbison kalkınmayı
“bireylerin refah düzeylerini yükseltmek amacıyla siyasal iktidarın belli ekonomi ve politikalar
izleyerek toplumun yapısını değiştirme girişimi” olarak tanımlamaktadır. Klasik
ekonomistlerden Adam Smith 1776’da yayımlanan ünlü kitabı “Ulusların Zenginliği”nde
“pahalı bir makine ile alışılmışın dışında bir şeyler üretebileceğini, eğitilmiş iş görenin de
buna benzediğini” belirtmiştir. Yatırım kavramının temel özelliği yapıldığı dönemde maliyet
artışına sebep olması, ancak sonradan daha kaliteli ve bol üretimi mümkün kılıp gelir artışı
sağlamasıdır. Ülkemizde de bu anlayış, son zamanlarda üzerinde oldukça durulan konulardan
biri olmuştur.
OECD ülkelerinde öğrenci başına yapılan harcama; okul öncesinde ortalama yıllık
5 bin 447 dolar, ilköğretimde 6 bin 741 dolar, ortaöğretimde 8 bin 267 dolar,
yükseköğretimde 12 bin 709 dolardı. ''Türkiye'de öğrenci başına düşen harcama miktarı yıllık
ilköğretimde bin 130 dolar, ortaöğretimde bin 834 dolar, yükseköğretimde Ar-Ge faaliyetleri
hariç 4 bin 648 dolardır '' OECD 2010 Raporu''na göre; OECD ülkelerinde ilköğretimde derslik
başına düşen öğrenci sayısı 21.6. Bu rakam Avusturya'da 19.3, Danimarka'da 19.6,
Yunanistan'da 16.8, İtalya'da 18.7’dir. Türkiye'de ise ilköğretimde derslik başına düşen
öğrenci sayısı 32'dir. Yine bu rapora göre, öğretmen başına düşen öğrenci sayısı OECD
ülkeleri ortalaması ilköğretimde 16.4, ortaöğretimde 13.7‘dir. Türkiye'de ise öğretmen başına
düşen öğrenci sayısı ilköğretimde 22, ortaöğretimde 18‘dir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Milletimizin siyasî, toplumsal hayatında,
milletimizin fikrî terbiyesinde rehberimiz ilim ve teknik olacaktır. Mektep sayesinde,
mektebin vereceği ilim ve teknik sayesindedir ki Türk Milleti, Türk sanatı, ekonomisi, Türk şiir
ve edebiyatı, bütün güzelliğiyle gelişir.” Japonya’da bir deyiş vardır; “5 ile kal, 4 ile geç”. Yani
günde 5 saat uyursan sınıfta kalırsın, ama 4 saat uyursan geçersin. Eğitim her zaman ve her
yerde üzerinde durmamız gereken, yaşam standardını ve niteliği artırıcı bir faktördür. Bunun
için yapmamız gereken tek şey doğru ve istikrarlı adımlarla ülkemizin geleceği için çalışmak
çalışmak ve yine çalışmaktır.
CEVDET ARSLAN