Eğitimde Mizacın Önemi
Uzun yıllardır mizaç üzerine çalışmalar yapıyor ve eğitimler veriyorum. Bu süreçte özellikle üzerinde durduğum en önemli konulardan biri, öğretmenlerimizin mizaç ilmine vakıf olmalarının gerekliliğidir.
Üç evlat sahibi olmam ve mesleğim gereği birçok öğretmen arkadaşımız ve velimizle bir araya geliyorum. Bu karşılaşmalarda, öğretmen–veli–çocuk üçgeninde yaşanan sorunları yakından gözlemleme fırsatı buluyorum. Gördüğüm temel problem ise; çocukları yeterince “okumadan”, yatkınlıklarını, yeteneklerini, güçlü ve gelişime açık yönlerini, öğrenme biçimlerini bilmeden her çocuktan aynı performansın beklenmesidir.

Kıymetli öğretmenlerimiz, çocukların derse yaklaşımlarının ve başarı ölçülerinin aynı olmasını beklerken; kıymetli ebeveynler de çocuklarını diğer çocukların başarılarıyla kıyaslayarak aynı düzlemde bir eğitim sürecinin devam etmesini arzuluyor. Bu durum, veli–öğretmen çatışmalarından başlayarak çocuğun, arkadaşlarının yanında yetersiz, yeteneksiz hatta zekâ geriliği varmış gibi algılanmasına kadar uzanan ciddi sonuçlar doğurabiliyor.

Oysa her çocuk farklıdır. Algılama biçimleri, zekâ türleri, yorumlama kabiliyetleri ve hatta öğrenme hızları bile birbirinden farklıdır. Bu gerçekliği görmezden gelerek tüm çocukların aynı anda, aynı şekilde anlatılanı anlamasını beklemek; aynı yöntemle öğretmeye çalışmak, çocuklar için büyük bir haksızlık olduğu gibi başarısızlığın da temelini oluşturur.
Üstelik yalnızca çocukların değil, öğretmenlerin de mizacı farklıdır. Bu nedenle çocuğa yaklaşım, dersi anlatma biçimi, geri dönüt beklentisi, sabır düzeyi gibi pek çok unsur öğretmene özgüdür. Biz ebeveynler, her çocuktan aynı başarıyı bekleyemeyeceğimiz gibi; her öğretmenin de çocuğa aynı şekilde yaklaşmasını bekleyemeyiz.
Unutmamalıyız ki her insan kendine has ve kendine özgü yaratılmıştır. Buna aile yapısı, çevresel faktörler, inanç sistemi ve ahlaki değerlerin benimsenme biçimi eklendiğinde, ortaya tamamen kişiye özgü bir karakter çıkar.

Peki mizaç bunun neresinde?
Her insanın olayları anlama biçimi, öğrenme yöntemi, öğrenme hızı, hangi zekâ alanının daha aktif olduğu mizacıyla şekillenir. Bu durum çocuk için de, veli için de, öğretmen için de aynıdır.
Mizaca vakıf olunduğunda insan, neden–sonuç ilişkisi kurmayı öğrenir.
Öğretmen;
“Bu çocuk neden böyle davranıyor?”
“Hangi alanda güçlü, hangi alanda desteğe ihtiyacı var?”
“Hangi dili kullanmalıyım?”
“Ondan ne beklemeli, nelere yönlendirmeliyim?”
sorularına daha sağlıklı cevaplar bulur.
Öğretmen mizacı bildiğinde önce kendi öğretme biçimini fark eder. Hangi veliyle nasıl iletişim kuracağını, hangi çocuktan ne beklemesi gerektiğini, hangi çocukla hangi iletişim dilini kullanacağını bilir. Veliyle iş birliği içinde çocuğun geleceğine nasıl katkı sağlayacağını ve çocuğun hangi alanda başarı gösterebileceğini daha net görür. Yatkınlıkları tanır, beklentileri gerçekçi şekilde düzenler.
Sonuç olarak mizaç; insanı ve olayları anlama sanatıdır. Eğitimi bu farkındalıkla ele aldığımızda; daha doğru okumalar yapabilir, potansiyeli keşfedilmiş, kendini tanıyan, mutlu ve başarılı bireyler yetiştirebiliriz.
Öğretmenlerin mizaç dilini keşfetmeleri ve çocuklara bu farkındalıkla yaklaşmaları, eğitimdeki başarıyı en az %80 oranında ileriye taşıyacaktır.
Gülhanım Can

