Erdoğan, 28 Şubat Başörtüsü Problemini Nasıl Çözdü?
28 Şubat 1997 postmodern darbesi, siyasetçilerimizin ne kadar ayıplı olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Özellikle dini ve kutsal değerleri pervasızca kullanan siyasi parti liderleri, yönetici konumuna gelip icraatın başına geçince gerçek kimliklerini ve iç yüzlerini göstermişlerdir.
Sadece üç siyasetçiyi örnek göstererek bu ayıbı ortaya koymaya çalışayım.
Bu üç siyasetçi, meydanlarda darbe dönemlerinde dindar insanlara yapılan zulmü kaldıracağını söylemiş; fakat göreve gelince bütün bu vaatlerini unutarak insanları hayal kırıklığına uğratmışlardır.
İlki Süleyman Demirel'dir.
Bu zat, inanılmayacak derecede ikiyüzlü bir siyasetçidir. Makamına gelen Sabetaycı ve masonlara viski ikram ederken halkımıza ise ayet mealleri okumuştur. Böylece dindar olduğunu göstererek aslında aldatıcı bir siyasetçi olduğunu defalarca ispatlamıştır.
Ölmeden önce "Başörtülü kızlar Arabistan'a gitsin." diyecek kadar çirkinleşmiş ve aynı kafa yapısıyla ölüp gitmiştir.
İkinci şahıs Necmettin Erbakan'dır.
Bu zat, tıpkı Demirel gibi, dini pervasızca siyasete alet etmiş; başbakanlık makamına oturunca 28 Şubat 1997 faşist Milli Güvenlik Kurulu kararlarını imzalamıştır.
Erbakan döneminde, sırf eşi başörtülü diye ordudan atılan subay sayısında rekorlar kırılmıştır.
Erbakan, darbeci generaller karşısında son derece korkak ve çekingen bir tavır sergilemiştir.
Bir Türk'e yakışmayacak derecede ezik ve çaresiz bir tutum göstermiştir.
Üçüncü şahıs, Cumhurbaşkanı Erdoğan'dır.
Erdoğan, görünüşte Demirel ve Erbakan gibi ezik bir kişilik olmasa da verdiği sözleri çok çabuk unutabilen, pragmatik bir siyasetçidir.
28 Şubat döneminde, o kadar çok dindar insanı, memuru ve askeri işten çıkarmıştır ki devletten atılan kişi sayısında Erbakan, Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit'in rekorlarını kırmaya muvaffak olmuştur.
Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı makamına oturduktan yıllar sonra çok çirkin bir şekilde "Bakın, başörtüsü nedeniyle ordudan, üniversitelerden ve kamu kurumlarından atılan kimse kalmadı." diyecek kadar halkımızla alay edebilecek bir seviyeye düşmüştür.
Gerçekten de bu dönemde özellikle ordumuzda, eşi başörtülü olan askerlere karşı öylesine acımasız bir baskı uygulanmıştır ki, görev yapan subaylardan geriye ilaç için bile bir iki kişi kalmamıştır.
Erdoğan, yapılan büyük zulme karşı duruyormuş gibi görünmek için Yüksek Askerî Şûra kararlarına muhalefet şerhi düşmüştür. Ancak bu işlemin sonucunda binlerce asker, hiçbir disiplin kurulu ve yargı kararı olmadan ordudan atılmıştır.
Erdoğan'ın en büyük ayıbı ise şudur:
AK Parti'nin lideri olarak defalarca söz vermesine rağmen, 28 Şubat döneminde ordudan atılan askerlere özlük haklarını iade etmemiştir.
Halkımızı aldatmak amacıyla yalnızca bir kısım askere haklarını vermiş ve böylece mağdur askerlerin içine ikilik sokarak güçlerini kaybetmelerine yol açmıştır.
Eli mahkûm, 2010 referandumunda Yüksek Askerî Şûra kararları yargı denetimine alındığı için, 1.250 YAŞ mağduru askere sadece emeklilik maaşı bağlamıştır.
Fakat siyasi propagandalarla, güya "Bütün mağdurlara özlük hakları verildi." denilmiştir.
Türkiye'nin en uzun süre iktidarda kalan siyasetçisi olmasına rağmen Erdoğan, dindar insanlara karşı uygulanan gasp ve zulümlere seyirci kalmış, hatta icraatın başındaki kişi olarak bütün günahlara ortak olmuştur.
Bugüne kadar, "Belki bir umut, Erdoğan verdiği sözleri tutar!" diyerek ağır eleştiri yapmaktan kaçınmıştım.
Fakat umursamaz ve zulme rıza gösteren tavırları devam ettiği için bu acı gerçekleri yazmak zorunda kaldım.
Sonuç:
Her insana yaptığı işlerin hesabı mutlaka sorulacaktır.
Bu dünya, büyük bir imtihanın yapıldığı yerdir.
Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz.
Vesselam...
Dr. Vehbi Kara
