Faşist Cumhuriyet ile Demokratik Cumhuriyet Arasındaki Farklar
Her 29 Ekim Cumhuriyet kutlamasında koca koca adamlar, siyasi liderler, akademisyen ve yazarlar, hiç utanmadan faşizm güzellemesi yaparlar.
Demokrasiyi ayaklar altına alıp din ve vicdan özgürlüğünü hiç hatıra getirmeden CHP’nin faşist ilkelerini halkımızın kafasına çakmaya devam ederler.
Yönetimi eline geçirdikten sonra askeri darbeler ile halkımızı adeta koyun sürüsünü yönetir gibi aşağılayarak güden bu insanlara bir kaç sözüm olacak.
Umulur ki; çocuklara anlatır gibi izah etmeye çalıştığım bu fikirlerden ders alınsın.
Öncelikle şunu bilmeliyiz ki cumhurun yani halkın yönetimi olan cumhuriyetin en önemli özelliği özgurluklerdir.
Cumhuriyet adını vererek katı ve acımasız bir tek parti diktatörlüğünü övmek; aklı, bilimi ve vicdanı ortadan kaldırmaktır.
Tören ve merasimlerde söylenen faşist söz ve nutuklar kişileri bağlar ve ebediyete kadar bu insanları mes'ul eder.
Şu gercegi biz de faşistlerin kafasına çakalim:
Osmanlı Devleti 1876'da Kanunu Esasi yani anasayı ilan ederek çok partili bir siyasi hayata adım atmıştır.
Ne yazık ki defalarca özgürlük ve demokrasi karşıtı güçler tarafından müdahaleler yaşanmış ve sonunda 1946 yılına kadar tek partili faşist bir yönetim iktidarda kalmıştır.
Çok partili hayat demek muhalefet ve farklı düşünceyi ön plana çıkarır. Bu nedenle ülkeyi demir yumrukla yöneten tek partili iktidarları eleştirerek bu düşüncede olanlara haddini bildirme yükümlülüğümüz vardır.
İşte bilerek halkımızı aldatan bu cahil ve cühela takımına bir ders niteliğinde olacak hürriyet ve özgürlük tarihini güzelce izah etmeye çalışalim:
Cumhuriyet kavramı monarşi olarak ifade edilen krallık, padişahlık, emirlik gibi babadan oğula geçen yönetimler yerine kullanılan bir sistemdir. Cumhuriyetlerde hürriyet ve özgürlük ön planda olmayıp en önemli özelliği yüzyıllarca devam eden saltanatın kaldırılarak asilzade olmayan kişilerin devleti yönetmesidir. Özgürlükçü olabildiği gibi krallıklardan daha fena uygulamaları da olmuştur.
Kasıtlı olarak saltanat ile cumhuriyet kavramları hürriyet ve özgürlük ile karıştırılmaktadır. Sanki krallıklar baskıcı, cumhuriyetler ise özgürlükçüymüş gibi insanlar aldatılmışlardır. Bugün İngiltere, Japonya, Norveç, Hollanda, İspanya ve daha birçok krallık, özgürlüklerin yaşandığı ülkeler olduğu gibi birçok krallık, baskı yöntemlerini benimsemiş ve hala da uygulamaktadır.
Keza faşist cumhuriyetler de bulunmakta hatta bunların bazıları krallıklardan daha ağır baskı rejimleri ile yönetilmektedir. Sovyet Cumhuriyetleri ve sonrasındaki Rusya, Arjantin, Şili, İran, Suriye ve daha birçok ülke “cumhur” yani halkın yönetimde olduğu ifade edilse de gerçek hayatta durum tam tersinedir. İktidarı ele geçiren bir kısım asker veya faşist, halka nefes aldırmayacak kadar sert ve acımasız baskı yönetimleri uygulamaktadırlar.
Faşizm, sistematik olarak Fransız devrimi ile birlikte özellikle Napolyon döneminde ortaya çıkmıştır. Daha önceki monark yönetimlerden farklı olarak bir kişinin veya bir grubun toplumu sert yöntemlerle adeta hayvan gibi gütmesi esas alınmıştır. Şahısların hukuku nazara alınmaz temel esas devlettir.
Yöneticiler bir grup ise oligarşik yapı tek bir kişi ise diktatörlük temel noktadır. Diktatörün talimatları kutsal metin gibidir. Karşı gelenlere yaşam hakkı verilmez. En sert cezalarla terbiye edilirler. Genellikle bu diktatörlerin kullandıkları cezalandırma sistemi idamdır.
Osmanlı Devleti, hiç mecbur olmadığı halde Batıya meftun yöneticiler eliyle bu insan onur ve şerefine aykırı baskıcı sistemi “İttihat ve Terakki” döneminde uygulamıştır. Çeşitli askeri darbelerle Padişahı adeta bir kuklaya çeviren İttihatçılar, ülkeyi bir felaketten diğer bir felaketin içine atmışlardır.
Fransa’da yaşanan tecrübelerden sonra İtalya’da otoriter devlet üzerine kurulu radikal milliyetçi siyasi ideoloji, daha da güç kazanmıştır. Faşist ilke ve öğretiler, “Faşizm Doktrini” adı altında Giovanni Gentile tarafından yazılarak İtalya’da Ulusal Faşist Parti kurulmuştur.
Türkiye’de ise Halk Fırkasının iktidara gelmesinin ardından, faşizm; birçok milliyetçi ideolojiye örnek olmuştur. Bu sistemi örnek alarak doğan nasyonal sosyalizm, başta Almanya’da iyice güçlenerek birkaç sene içerisinde dünyayı kan gölüne çevirmiştir. 2. Dünya Savaşı esnasında çoğu sivil 50 milyon insanın öldüğü tahmin edilmektedir.
Milliyetçi işçi hareketlerinden ilham alan ilk faşist hareketler, İtalya'da 1. Dünya savaşı esnasında sol fikirleri, sağcı ve ırkçı unsurlarla birleştirerek; komünizm başta olmak üzere bütün ideolojilere savaş açmıştır. Aslında komünizm de baskıcı ve otoriter bir yönetim olup kan ile beslenen acımasız yönetimlerden sadece bir tanesidir.
Türkiye’de ise Yunan zaferinin ardından iktidarı eline geçiren Sabetaycı Dönmeler, önce zaten kukla olan Padişahı ortadan kaldırmışlar. Bunu yeterli görmeyerek 1300 yıl devam eden “Halifelik Kurumu’nu” da yok etmişlerdir. Başsız kalan İslam toplumları batılı sömürge devletlerinin esiri haline dönüşmüştür.
Faşistler ülkelerini, kendi uluslarının kitlesel seferberliğini teşvik eden totaliter bir devlet yoluyla bütünleştirmeyi amaçlamışlardır. Faşist ideolojiye uygun ilkelerle birlikte ırkçılığı temel alıp devrimci siyasal harekete önayak olmuşlardır. Bunun için öncelikle bir partiye sahip olmayla işe başlayıp parti sayesinde bütün ülkede örgütlenmişlerdir.
Liberalizme, demokrasiye, marksist sosyalizme ve komünizme muhalif faşist hareketler; devlete ihtiram, güçlü bir lidere bağlılık ve aşırı milliyetçilik ile militarizme verilen önem gibi ortak özelliklere sahiptir. Faşizm, siyasal şiddeti, savaşı ve emperyalizmi; ulusal uyanışa ulaşmak için bir araç olarak görmektedir. Güçlü ulusların, daha güçsüz ulusların yerine geçerek topraklarını genişletmeye hakkı olduğunu ileri sürmekle birlikte Türkiye’de içe kapalı bir rejim kurulması ile dünya üzerindeki diğer faşist devletlerden ayrı bir uygulama görülmektedir.
İtalyan lider Mussolini ve M. Kamâl, 1920’lerde iktidara gelmelerinin hemen ardından, ortaya koydukları yönetim sistemini resmi ideoloji olarak yürütmüşlerdir. Kamalizm bu resmi ideolojilerden sadece bir tanesidir. Kısa süre içerisinde genel anlamıyla baskıcı, otoriter rejim anlayışını gösteren bu anti-demokratik, askeri otoriter ideoloji ve yönetim sistemine kısaca faşizm denilmektedir.
Kavramın kökeni Antik Roma yöneticilerinin geniş hükümet yetkisini sembolize eden ucunda balta bulunan bir çubuk demetinin adı olan Latince “fasces” sözcüğünden ileri gelir. Aynı simge daha sonraları “İhtilali Kebir” denilen Fransız Devriminde halkın elindeki devlet gücünü temsil etmek üzere kullanılmıştır. Söz konusu sembol birtakım değişikliklerle 1926 yılından itibaren İtalya'nın ve Türkiye’nin sembolü olarak kullanılmıştır. Türkiye’de savaşçı yönü ön plana çıkaran “Altı Ok” tercih edilmiştir. Bu sembol dahi Türkiye’nin faşizme olan katkısını ortaya koymaktadır. Almanya’dan yıllar önce Türk faşistleri tarihe geçmiş ortaya koydukları zulüm ve vahşetle, tarihteki yerlerini almıştır.
Semboller anlam olarak; cumhuriyetçilik, devletçilik, ırkçılıktır. Faşist liderler propagandalarında bu ilkeleri kullanmakla birlikte, vazgeçilmez ve asla değiştirilemez (hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemez) olduğunu anayasalara geçirmişlerdir. Bu konuda Türkiye Anayasası bütün faşist rejimlerden açık ara ayrılarak en uç örnek olarak hala benimsenmekte ve uygulanmaktadır.
Aşırı ırkçı ve dini mukaddeslere düşman bu hareketin İtalya ve Türkiye dışında "faşist" olarak nitelenmesinin üçüncü örneği Avusturya'da görülmüştür. Avusturyalı anti-komünist aşırı milliyetçilerin ideolojisi “Austrofaschismus-Avusturya Faşizmi” olarak isimlendirilmiştir. Aynı zamanda, Almanya'da komünistler, nasyonal sosyalistleri kendi propagandaları gereğince "faschisten-faşistler" olarak isimlendirmişlerdi.
Bir rejimin faşist olarak nitelendirilebilmesi için, o rejimin ideolojisinin ırkçı olması ve milletin varlık ve çıkarlarını her şeyin üstünde tutması gerekir. Bu yönüyle halkçılığı da içermeli ve sadece zenginlerin veya işçilerin değil, milletin bütün fertlerinin refahını sağlamayı hedeflemelidir. Bu hedefe ulaşmak için ise ekonomi üzerinde sıkı bir devlet kontrolü uygulamak, işçi ücretlerinin yeterli olmasını sağlamak, keyfi işten çıkarmaları önlemek, hayat pahalılığının önüne geçmek için fiyat kontrolü uygulamak gibi önlemler uygulamak faşizmin politikalarındandır.
Faşizm, sınıflar arasındaki çelişkileri ortadan kaldırmayı da öngörür. Bu yönde devlet eliyle sendikalar kurulur ve işçi ile işveren arasında anlaşma sağlanır. Toplumdaki yoksul ve orta sınıfın ihtiyaçları devlet tarafından karşılanır; örneğin Almanya'da çıkan toprak yasasıyla köylülerin topraklarının ipotek yoluyla ellerinden alınmasının önüne geçilmiş ve fırsatçı sermayenin köylüyü sömürmesi engellenmek istenmiştir. Bu konuda Türkiye’de benzer uygulamak yapılmak istenmişse de halk fakirleşmiş ülke kalkınmak bir yana bulunduğu noktadan geriye düşmüştür. Sanayileşme yerine ideolojinin öne çıkarılması ve “istiklal mahkemeleri” gibi sert önlemler ile binlerce insan idam edilmiştir. Haliyle bu durum yöneticilerin halktan kopmasına yol açmıştır.
Almanya’da uygulanan nasyonal sosyalizmde ırkçılık, Türkiye gibi ön plana çıkmıştır. Milliyetçi veya ırkçı fikirlerin benimsenmesi ülkelere göre değişmektedir; örneğin İtalyan faşizminde "İtalyan vatandaşlığı" kavramı ön plandayken, Alman nasyonal sosyalizminde ise "Alman kanı taşıma" düşüncesi ön plandadır. Türkiye’de de Alman benzeri kafatasçılık örneklerinde olduğu gibi aşırı bir ırkçılık ortaya çıkmıştır. Brakisefal-Dolikosefal kafatası yapısına düşecek kadar işi çığırından çıkaran kafatasçıları vardır. “Muhtaç olduğun kuvvet damarlarındaki asil kanda mevcuttur” veya “Bir Türk dünyaya bedeldir” gibi aşırı mübalağalı söylemler hala okullarda okutulmaktadır. 12 Eylül 1980 faşist darbesinin lideri Kenan Evren’in halk huzurunda söylediği gibi bu ilkeler gençlerin kafasına çakılmak zorundadır.
Mussolini'nin doktrininde vatandaşlık kavramı vurgulanırken, Kamalizm ve Hitler'in doktrininde ise kan bağı vurgulanmaktadır. Kısaca İtalyan faşizmi milliyetçidir, Türk-Alman nasyonal sosyalizmi ise ırkçıdır.
Faşist yönetimlerin başa geçmesi; Türkiye’de padişahlık ve halifeliğin kaldırılması ile, Almanya'da demokrasiyle, İtalya'da hükümdarı tehdit etmekle (Roma Yürüyüşü), İspanya'da ise iç savaşın kazanılmasıyla gerçekleşmiştir. Tarihe baskıcı rejimler olarak geçen bu yönetimler, ilk yıllarda mevcut oldukları ülke halkının çoğu tarafından desteklenmiştir. 1922'de Mussolini, İtalya Kralı tarafından başbakan olarak atanmış, 1923’te M. Kamâl, Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Hitler, Ocak 1933'te Almanya Cumhurbaşkanı tarafından şansölye (başbakan) olarak görevlendirilmiş Mart 1933'te yapılan seçimlerin sonucunda iktidarda kalmıştır.
Faşist yönetimlerin başta bulunduğu Almanya ve İtalya'da ekonomik, siyasi, askeri, sanatsal, kültürel alanlarda ilerlemeler kaydedilmiş olmakla beraber 2. Dünya Savaşı sonunda bunlar yok olmuş ve faşist yönetimler devrilmiştir. Türkiye’de ise savaş yıllarında İsmet İnönü, Sovyetler Birliğindeki marksist yönetimi benimsemiş olmakla birlikte, Stalin’in Boğazlar ve Kars-Ardahan gibi toprak talepleri nedeni ile Batı demokrasileri ile ilişkiler kurulmak zorunda kalmıştır. Nitekim 1946 yılında ilk defa çok partili seçim; hileli olsa da yine yapılabilmiştir.
İşte Almanya, İtalya ve İspanya’yı ele geçirerek bütün dünyaya devletçilik, ırkçılık ve otoriter cumhuriyetçilik ile faşistlere ilham kaynağı olan en önemli liderlerden bir tanesi M. Kamâl’dir. Bunu dile getirmek ise ne utanç vericidir ki hala bir cesaret örneğidir. Ne ilginçtir ki faşizm bütün dünya üzerinde yıkılmış ve olumsuz bir geçmiş ile damgalanırken Türkiye’de devletin resmi ideolojisi olarak hala uygulanma imkânı bulmuştur. İşte bu yüzden anayasamızın değişmesi ve kula kulluk yöntemi olan faşizmden bir an önce kurtulmalıyız, vesselam…