Burhan BOZGEYİK

Tarih: 08.03.2025 00:30

Gaziantep’ten Gazze’ye cihad hakikati

Facebook Twitter Linked-in

 

Gaziantep’ten Gazze’ye cihad hakikati

Şehrimizdeki değerli sivil toplum kuruluşlarından biri olan Zahidiye Vakfı sohbet için davet etmişti. Konumuz “cihad hakikati” idi. İlk sohbette farz-ı kifaye olan cihaddan bahsettik. “40 Sahabe 40 Senede 40 Devleti Nasıl Mağlup Etti” kitabımız üzerinden konuya açıklık getirmeye çalıştık. Farz-ı kifaye olan cihadı İslam devleti ilan etmekte, Ümmet-i Muhammed de gönüllü olarak cihada katılmaktaydı. Hulefa-i Raşidin devri başta olmak üzere, Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı devletleri ve onlarca İslam devleti, Kur’an-ı Kerim’deki 350’den fazla âyetle yapılan cihat çağrısına cevap verdi ve üç kıtada muazzam yerler fethedildi. Bugünkü İspanya’nın tamamı Endülüs Emevi Devleti tarafından fethedilmişti. Tam 700 küsur sene o topraklar bir İslam mülkü olarak kaldı. Aynı İslam devleti Fransa’nın da yarısını fethetmişti. Osmanlı Devleti’nin sınırları 22 milyon kilometrekareye ulaşmıştı. Osmanlı’nın terekesinden 42 devlet çıktı.

İlk sohbetimizde bu farz-ı kifaye olan cihadı anlattıktan sonra ikinci sohbetimizde “farz-ı ayn” olan cihad üzerinde durduk. Bir İslam beldesine küffar saldırdığında o beldede yaşayan herkese cihad farz-ı ayn olmaktaydı. Yediden yetmişe herkese… Şayet o belde halkı düşmanı defetmeye muktedir değilse bu defa cihad bütün Müslümanlara farz-ı ayn olmaktaydı. Dinleyicilerimize farz-ı ayn olan cihada misal olmak üzere Gaziantep’teki ve Gazze’deki cihadı örnek gösterdik.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti de “mağlup devletler” arasında sayılmış, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin ardından ülkemizin bazı bölgeleri işgal edilmeye başlanmıştı. Gaziantep de işgal edilen yerlerden biriydi. Önce İngilizler sonra Fransızlar şehri işgal etmişti. İşte o sırada cihat bütün Anteplilere farz-ı ayn olmuştu. Bunun şuurunda olan Antep halkı, küçük bir devlet yapılanmasına gitti. “Cemiyet-i İslamiye” diye bir teşkilat kuruldu. Bu teşkilat nezaretinde savaşta görev almış subayların nezaretinde askeri birlikler teşekkül ettirildi. Bunlara gizlice savaş eğitimi verilmeye başlandı. “Gizlice” diyoruz. Çünkü şehirde Ermeniler vardı ve onlar düşmanla iş birliği içerisine girmişti. Bu teşkilat Maliye teşkilatını da kurmuş ve cihad için silah ve cephane almak üzere para toplamış, lüzumlu erzakları depolamıştı. İşte bu gibi hazırlıklardan sonra düşmanla savaşa girişilmiş ve tam 11 ay boyunca şanlı bir direniş gösterilmişti. Bu mücadele esnasında gençlerin yanı sıra ihtiyarlar, kadınlar ve çocuklar da cihadda vazife görmüşlerdi. Kadınlar yemek yapmış, cephede savaşan beylerine, çocuklarına yemek götürmüş, onlar yemek yerken siperde beklemiş, barut yapımında kullanılan güherçileyi mağara duvarlarından tırnaklarıyla kazımış, çocuklar ise mermi kovanları toplamış, cepheye su ve erzak taşımıştı.

Sözün burasında bir parantez açtım. Sohbette Metin Parlayan kardeşim de vardı. Onu görünce hayalen 50 yıl öncesine gittim. O sırada ben Gençlik ve Spor Müdürlüğü’nün açmış olduğu judo kursuna katılmıştım. Oraya devam ediyordum. Metin kardeşim de siyah kuşak sahibiydi. Onunla ve imam hatipten arkadaşlarla birlikte ayrı bir çalışma yapıyorduk. İmam hatibin bahçesinde toplanıyor, orada judo elbiselerimizi giyiyor, bugünkü Gaziantep Üniversitesi’nin olduğu araziye kadar koşuyor, orada çalışmalarımızı yaptıktan sonra tekrar koşarak geri dönüyorduk. Bu çalışmayı niçin yapıyorduk? Kur’an’ımızın cihad emrine uygun hareket etmek için. Biz Antep harbini yakinen biliyorduk. Allah göstermesin, cihad yine farz-ı ayn olunca o günlere hazırlıklı olmalıydık. Ben judodan başka güreş ve boks da çalışmıştım. İstanbul’a gidince milli antrenörlerden Namık Ekin’den tekvando eğitimi aldım. Çocuklarıma ve torunlarıma aldığım bu eğitimi ders olarak verdim. Ancak onlara şunu söylüyordum: “Burası Darü’l-İslam’dır. Burada hiç kimseye kılıç çekilmez, el kaldırılmaz. Hepimiz kardeşiz. Bir sıkıntı olduğunda devletin ilgili birimleri devreye girer. Biz bu eğitimi düşmanlarımıza karşı yapıyoruz.”

Şahsî kanaatim şudur: Hanımlar da cihad eğitimi almalıdır. “İşgal Yılları” kitabımızda belirttiğimiz üzere yurdumuzun işgale maruz kaldığı zamanlarda, hanımlar iğrenç muamelelere maruz kalmışlardı.

Sohbetimizde Gazze’yi de anlattık. Dün Gazze’ye saldırılardan olduğu gibi, bugünden sonra şayet saldırı olursa bundan hepimiz mesulüz. Zira cihad farz-ı ayn olmuş durumdadır. Zillet içerisinde yattığımız yeter. Ümmet olarak topyekûn kıyama kalkma vaktidir. Bir olma, hilafeti isteme vaktidir. Hilafet müessesesi olmuş olsaydı Trump bu şekilde konuşabilir miydi?

Sözün özü şu: Cihad hakikatini çok iyi kavramalıyız ve cihad için hazırlık yapmalıyız. Evet bizim ordumuz, Bordo Berelilerimiz, Çevik Kuvvet’imiz mükemmel eğitim almakta. Düşmanların yüreğine korku salmakta. Ama yetmez. Yediden yetmişe bütün vatan evladı, düşmanlara karşı hazır olmalıdır. Sohbetimizde işte bunu anlatmaya çalıştık.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —