Tevbe Suresi’nin 60 ve 61. ayet-i kerimelerinin esbab-ı nüzûlü, Hz. Ömer’in Peygamber Efendimizin (A.S.M.) vermiş olduğu bir hükmü kabullenmeyen bir münafığın kellesini kesmesidir. O münafığın yakınlarının kısas veya diyet talebi üzerine bu ayet-i kerimeler nâzil olmuş ve Peygamber Efendimiz (A.S.M.) Hz. Ömer’e (R.A.), “Hakla bâtılın arasını ayıran” mânâsına “Faruk” sıfatını vermiş ve kısas ve diyet verilmeyeceğini beyan buyurmuştur. Bu hadise ve bu ayet-i kerimeler kıyamete kadar gelecek bir hüküm olmuştur.
Konuyu daha iyi kavramamız için önce ayet-i kerimelere meâlen bakalım ve sonra bir tefsirdeki izahını iktibas edelim:
“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Zira şeytana inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde şeytanın önünde muhâkemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.
Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine (kitaba) ve Resûle gelin (onlara başvuralım)’ denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.” (Nisa Suresi / 60-61)
“Hulâsat’ül Beyan” tefsirinde bu ayetin sebeb-i nüzulü şu şekilde anlatılmaktadır:
“(…) ‘Münafıklar iman ettiklerini zu’m ederler (zannederler) de bu zu’mlarına muhalif ne gibi şeylerle meşgul olurlar?’ şeklinde varid olan suale cevap olarak ‘vukuat ve havadiste tâğuta müracaat etmek isteyip Resulullah’ın hükmüne razı olmadıkları’ beyan olunmuştur. Tağutla murad; idlal etmek şanından olan her âsi ve tâği olmak ihtimali varsa da bu ayette Yehûddan (Kâb b. Eşref) olmak ihtimali galiptir.
Çünkü; Fahr-i Razi, Kazi, Hâzin’in ve Ebussuud Efendi’nin beyanlarına nazaran ayetin sebeb-i nüzûlü şöyledir: Bir Yahudi ile bir münafık beyninde (arasında) vâki olan münazaa üzerine Yahûdi Huzur-u Resulullah’ta ve münafık da Yehûd ulemasından (Kâb b. Eşref) huzurunda muhakeme olunmak istedi. Yehûd Huzur-u Risalette muhakeme olunmasına ısrar etmekle, beraberce huzur-u Risalette muhakeme oldular ve dâvâyı Yahudi kazanıp Huzur-u Risaletten taşra (dışarı) çıktıkları zaman münafık hükm-ü Resulullah’a razı olmadığından Hz. Ömer’e gittiler. Yahudi Hz. Ömer’e ‘Resulullah’ın hükmedip fakat münafığın bu hükme razı olmadığını’ beyan eylemesi üzerine Hz. Ömer münafığı kılıcıyla katletti ve ‘Resulullah’ın hükmüne razı olmayan kimsenin hükmü budur’ dedi. Münafığın ehl ü ıyali ve taraftarânı Hz. Ömer’den Resulullah’a şikayet ettiler. Resulullah da Hz. Ömer’den keyfiyeti sual etti. Hz. Ömer (R.A.), ‘Hükm-ü Resulullah’a razı olmadığından katlettiğini’ beyan etmesi üzerine derhal bu âyetle Cibril’in geldiği ve Hz. Ömer’e Faruk unvanını verdiği ve hakla batıl beynini (arasını) tefrik ettiğini beyan buyurduğu ve Resulullah (S.A.V.) Efendimizin Hz. Ömer’e, ‘Sen Fâruksun’ dediği mervidir. Bu rivayete nazaran tâğutla murad; münafığın, huzurunda muhakeme olmak istediği kimsenin (Kâb b. Eşref) olması muhtemeldir.
Münafıkla murad; Yehûd'dan bir münafık olmasına ayette delâlet vardır. Çünkü; Kur’ân’a ve Kur’ân’dan evvel nâzil olan kitaplara iman ettiğini zu’metmek ehl-i kitaptan münafık olmasını icab eder. Zira; Arap'tan olan münafığın Kur’an’dan evvelki kitaplara imanları yoktu.” (Mehmed Vehbî, Hülâsatü’l Beyan, c. 3-4, s. 959-960)
Gerçekte, Hz. Ömer’in kılıcı, kıyamete kadar Peygamber Efendimizin (A.S.M.) hükümlerini kabul etmeyenlerin başının üzerinde asılı durmaktadır. Asr-ı Saadet'te bu şekilde Peygamberimizin (A.S.M.) hükmünü kabul etmeyen bir tane küstah münafık görülmüş, onun da hakkından Hz. Ömer gelmişti. Günümüzde, yani bu dehşetli ahir zamanda o kadar çok küstaha rastlanmaktadır ki, bunların bu cesareti, kendilerinden hesap sorulacak bir merci olmamasından kaynaklanmaktadır. O küstahlar ve kendini bilmezler, Hz. Ömer’in adaletini sergileyecek bir sistemle karşılaşmazlarsa, ahirette cezasını çekecek ve cehennemin en dibini boylayacaklardır.