Kur’an-ı Kerim’den Dersler
Al-i İmran Suresi’nin 7. ayet-i kerimesinin tefsirlerine baktığımızda, İslam devletinin en mühim görevlerinden birinin ehl-i imanın itikadını ve dinin esaslarını muhafaza ve füruatı tatbik ve icra etmek olduğunu görmekteyiz. Evvela bu ayet-i kerimenin mealine bakalım:
“Sana kitabı indiren O’dur. O’nun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar kitabın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. İşte kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun te’viline yeltenmek için müteşâbih âyetlere yapışıp, onlarla uğraşır dururlar. Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise: ‘O’na inandık. Hepsi Rabbimizin tarafındandır’ derler. Bu inceliği ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar.”
Muhkem ve müteşâbih, birer terim olup; “muhkem ayet”, manası açık seçik anlaşılan ve tereddüde yol açmayan ayet demektir. “Müteşâbih” ise, muhkemin zıddıdır ve manasının kesinlikle anlaşılması mümkün görülmeyen âyeti ifade eder.
“Hulasât-ül Beyan” tefsirinde bu ayet-i kerime şu şekilde izah edilmektedir:
“Bu ayette kalbinde batıla meyil olanlarla murad; Hz. İsa’nın ulûhiyetini iddia edenler veyahut süver-i Kur’ân’iyenin evvelinde olan hurûf-u mukataayla ümmet-i Muhammediye’nin bekasını istihrac etmek isteyen Yahudiler veyahut mutlaka kâfirler olmak ihtimali varsa da, Fahr-i Razi’nin beyanı veçhile müteşebihatı batıla te’vil edenlerin cümlesine şamildir.
Bu gibi ifsadata meydan vermemek için ulema-yı din; kavaid-i İslâmiyeye muvafık surette tevil ederek birtakım kavaid-i diniyeye raptla müteşabihatın te’vilini muhkematın manasıyla tahkim ettiler. İşte şu esasa binaen müteşabihatın te’vilinde ve Kur’an’ın manasını anlamakta lazım olan sarf, nahiv, lugat, maâni, usul-ü fıkıh ve akaid gibi fünunu tahsil lâzım ve hükûmet üzerine erbabını bulundurmak ve yetiştirmek vaciptir. Çünkü hükümetin hikmet-i teşekkülünden birisi ve belki en mühimi ehl-i imanın itikadını ve esasat-ı diniyesini muhafaza ve fürûatı tatbik ve icra etmektir. Kur’ân’dan bazı ayetin müteşabih ve bazısının manası muğlak olması şu beyan olunan fenlerin erbabının lüzumuna delâlet eder. Şu halde ahkâmın istinbatına medar olan fenlerin ihmali caiz olmaz.” ( Hülâsatü’l Beyan, c.1-2, s. 545)
İslâm hükümetinin bu şekilde Müslümanların itikadını takviye etmesiyle, imanlı bir nesil yetişecek. Bu şekilde imanlı insanlardan müteşekkil cemiyet de o devletin payidar olmasına sebep olacaktır. İslam devleti payidar olmak istiyorsa, imanlı insanların yetiştirilmesine gayret etmelidir. “Hülasatü’l Beyan” Tefsirinde, Al-i İmran Suresi’nin 55. ayet-i kerimesini izah ederken şöyle denilmektedir:
“(…) İşte bu âyet-i celile dahi delâlet eder ki milletin iman ve itikadı hükümetin payidar olmasına sebeptir. Çünkü millette iman olmazsa efradı bir noktaya toplamak mümkün olmaz. Zira insanları bir merkeze cem’eden her zaman din ve imandır. Efradın bir noktaya içtimaı mümkün olmayınca hükümeti yaşatmak mümkün olamaz. Hükümeti yaşatacak milletin heyet-i mecmuası olduğundan onları bir araya getirecek iman ve itikad lazımdır. Binaenaleyh; ‘Hükümete diyanet lazım değil’ diyenlerin ne kadar zayıf fikre malik olduklarını beyana hacet yoktur. Zira diyanet perver olan bir milletin başında dinsiz hükümet nasıl yaşar ve kaç gün faydalı olabilir? Çünkü cemaatin o hükümete teveccühü olamaz ve irtibatı çözülür. Gerçi bir müddet-i muvakkate bir hükûmet karaltısı görülürse de temeli olmadığı için elbette bir gün yıkılır.
Hülâsa; hükümeti yaşatmak diyanete sarılmakla ve halkın arzusunu tatmin ve halkı hükümete raptetmekle olabilir. Yani; halk bittav’ı verrıza kendi ihtiyarıyla seve seve hükümete kalbiyle, ruhuyla, diniyle, imanıyla merbut olmalıdır. Bu da diyanetle olur. Cemaatin cebren, kahren ve kerhen hükümete bağlanmasına hakiki bağlılık denilemez, bir gün gelir o bağı kırar, irtibat kalmaz, halk da hükümet de hepsi muzmahil olur gider.” (Mehmed Vehbi, Hülâsat’ül-Beyan, c. 1-2, s. 615)