İsyancı Teğmenlerin Ağlamaya Hakkı Yoktur
Disiplinsizlik nedeniyle ordudan atılan askerler şimdi ağlamaya başladılar. Hatta bir kitap çıkarıp kendilerini suçsuz göstermek istiyorlar.
Meseleyi genişçe ele alıp yaşanılan çirkin hadiseleri gözden geçirelim. Bakın neler yaşandı...
Türkiye'nin bir cumhuriyet olduğunu idrak edemeyen zavallı insanları tanımamız gerekiyor. Bu konuda kısa bir değerlendirme yapalım.
"HMS" Kısaltması bütün İngiltere gemilerinin başında yazar.
Monarşik ülkelerin ve özellikle Büyük Britanya Krallığı donanmalarında gemilerin önüne konulan ve Majestelerinin Gemisi (His/Her Majesty's Ship ) anlamındaki bu kısaltma; ordunun hem sahibi hem de komutanının kralda olduğunu ifade etmektedir.
Cumhuriyetlerde ise ordu milletin emrinde olup krallık ve saltanata ait olamaz.
Nitekim Türk Donanmasının gemilerinde TCG Kısaltması bulunur ki; bunun anlamı "Türkiye Cumhuriyeti Gemisi" demektir.
Kısaca cumhuriyetlerde şahsın, kralın veya bir diktatörün ordusu olamaz.
Fakat gelin görün ki bir kısım askerler "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" diyerek her on yılda bir darbe yapmayı gelenek haline getirmişlerdir.
30 Ağustos 2024 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kara Harp Okulu camisinin açılış töreninde bulunduğu sırada toplu bir isyan girişimine kalkışan iki yüze yakın teğmen içinde sadece 5 tanesinin ve bu teğmenleri azmettiren 3 subayın ordudan uzaklaştırılması hazmedemeyen kişileri görüyoruz.
Elbette sadece darbe sonrasında iktidar yüzü gören ve daima halkın tokadını yiyen CHP’li siyasetçilerin Kara Kuvvetleri Yüksek Disiplin Kuruluna itiraz etmesini anlayabiliyoruz.
Fakat bir halk yönetiminde krallara ve diktatörlere ait bir ordunun bulunamayacağını güya yurt dışında tahsil görmüş demokrasi düşmanı aydınlara anlatmakta güçlük çekiyoruz.
Faşist devlet yönetimi anlayışı ilk okuldan üniversitelere kadar bütün eğitim katmanlarında milletimize zorla dayatıldığı için işimiz bir hayli zordur.
Her ne kadar ilkokul öğrencisine anlatır gibi basitçe anlatsak da bu kişilerin demokrasi, Cumhuriyet ve halkın yönetimi konusunda gerici tutumlarını hâlâ sürdürüyor olması çok düşündürücüdür.
Bundan yüz yıl önce donanmamızda teğmen olarak görev yapmış M. Celalettin Orhan’ın yaşadıklarını ve ne kadar ilerici bir düzeyde asker olduğunu defalarca yazıp neşrettim.
Umulur ki bu yazılarımdan bir parça ibret alınır.
Allah bu gerici ve yobaz kişileri ıslah etsin.
Tuzla Piyade Okulu’nda darbeci tehdide de değinmek gerekiyor.
Türkiye'yi yeniden darbe sürecine sokmak istiyorlar. Bir yandan Fetö örgütü, bir yandan darbeci faşist subaylar bütün güçleri ile devleti ve anayasal rejimi yıkmaya çalışıyorlar. Bunların azmettiricisi yine aynı güçtür. ABD ve Siyonist güçler...
Bir dönem askeri darbecilerin karargâhı Kara Harp Okulu'ydu. 27 Mayıs 1960 tarihinde gözü dönmüş faşistler Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun'u Kara Harp Okulu'na getirip yaka paça dövüp tekmelemişlerdi.
Bu cuntanın ele bazılarından biri Amerikan işbirlikçisi Yüzbaşı Muzaffer Özdağ idi.
15 Temmuz 2016 da yine ABD’nin tertiplediği Fetocu kalkışmadan sonra Kara Harp Okulu kapatılmış ve Milli Savunma Üniversitesi yönetiminde daha demokratik yapıya getirilmek için yeniden açılmıştı.
Darbeci faşistler nispeten kontrolü kaybettikleri için bu sefer Tuzla Piyade Okulu'nu darbe karargâhı yapmışlardı. Bu sayede hâlen görevde olan darbeci gelenekten gelen faşist general ve amirallerin etkisi daha çok görülebiliyordu.
Nitekim Tuzla Piyade Okulu’nda; geçen 10 Kasım’da, “Atatürkçü subaylar” ile “Atatürk karşıtı oldukları iddia edilen subaylar” arasında “Atatürk fotoğrafının üniformaya takılması” çerçevesinde yaşanan bir dizi olay ile ilgili ayrıntılar ortaya çıkmıştı.
Millî Savunma Bakanlığı (MSB), yaptığı resmi bilgilendirmede, süreçte yer alan 7 teğmenin, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile “ilişiğinin kesildiğini” açıklamıştı.
Basında açıklanan bilgilere göre yaşanan olaylar sonrasında hazırlanan ve savcılığa gönderilen disiplin soruşturma raporunun detayları ortaya çıkmıştı.
Raporda bazı teğmenlerin "bir gün gelecek hepiniz Atatürk’e secde edeceksiniz" tehditleri ile namaz kılmanın bir cemaate mensubiyet olarak itham edilmesi dikkat çekmişti.
İlgili bölümler şöyledir.
Olayın tarafı olan Teğmen A.A., 10 Kasım sabahı yaşananları özetle şöyle aktardı:
“(...) 10 Kasım günü Atatürk’ü Anma Töreni sebebiyle sabah 08.00’de bölük içtima alanına çıktım. Yakalarımıza takmak için Atatürk fotoğrafı ve iğnesi dağıtıldı. Bir kısım arkadaşıma ve bana iğne yetmediği için tören alanında diğer arkadaşların çevresinden toplu iğne temin etmeye çalıştım.
Tören alanına gelene kadar iğne temin edemedim. Tören alanında yakamda Atatürk fotoğrafını göremeyen Piyade Teğmen A.K.Ş. ve Piyade Teğmen U.Ç., ‘Neden Atatürk fotoğrafı takmıyorsun?’ diyerek ellerinde toplu iğne ve fotoğraf ile yakama takmaya çalıştılar.
Onlara yanıt olarak; ‘Sizin isteğinizle değil, kendi isteğimle takarım’ dedim. Bunu o anki sinirle ve inatla söyledim. ‘Atatürk’ü sevmiyor musun? Cemaatçi misin?’ gibi söylemlerle üzerime geldiler.
Piyade Teğmen A.K.Ş., tören alanında ‘fotoğraf takmıyorsan s... git’ dedi.‘
Buna sen mi karar veriyorsun? yanıtını verdim. Daha sonra durumu Üsteğmen Y.K.’ya ilettim. Y. Üsteğmen beni yanına çağırarak neden takmadığımı sordu.
Ona Atatürk’e bir düşmanlığımın olmadığını söyledim ve ardından Harp Okulu’ndan bu yana gelen süreçten bahsettim.
Beni Atatürk düşmanı gibi lanse ettikleri için sinirle bu şekilde onlara yanıt verdim. Müteakiben bölük komutanına iğne ihtiyacım olduğunu söyledim. İğnenin gelmesi sonrasında bölümün arkasına geçerek Piyade Teğmen E.Ş.’den yakama fotoğraf takmasını rica ettim.
Törenin bitmesini müteakip koğuşa geçtik, saat 09:40 sularında aynı koğuşta kalan iki arkadaşım Piyade Teğmen M.F.Ş. ve Piyade Teğmen F.A. ile koğuşta birlikte olduğunuz sırada Piyade Teğmen S.Ç., Piyade Teğmen S.Y., Piyade Teğmen T.E.E. ve Piyade Teğmen U.T. ve beraberinde tam göremediğim toplam 8-10 kişilik bir grup koğuşumuza girdi. S.Y., Atatürk fotoğrafı neden takmadığımı sordu, ‘Atatürk düşmanı mısın?’ dedi. Ona yanıt olarak ‘Atatürk’e herhangi bir düşmanlık beslemiyorum’ dedim.
Daha sonra U.T., Harp Okulu’nda, ‘Cemaatçi olmadığını beyan ediyorsun ama takip edildiniz, biliyoruz ya seve seve ya da s.. s.. takacaksın’ dedi. Ona cevap vermedim. S.Ç. de aynı cümleleri birebir tekrar etti. Yüzüme yaklaşarak bir gün gelecek hepiniz Atatürk’e secde edeceksiniz ifadesini kullandı ona cevap olarak ‘Allah’tan başkasına secde etmem’ dedim.
T.E.E., diğer arkadaşlarıma ‘Nereden emir alıyorsunuz?’ şeklinde sorular sordu.Daha sonra odaya giren dört kişi, ‘Tarikatçıların, cemaatçilerin anasını avradını sinkaf ederiz’ şeklinde sözler sarf ettiler, koridorda bulunan isimlerini bilmediğim 20-30 kadar devre arkadaşım da onlara eşlik etti. Bu esnada fiziki bir temas olmadı. Gelenler, kendilerinden dağılıp gittiler.
Piyade Teğmen A.A., aynı gün öğleden sonra yaşananları müfettişlere şöyle anlattı:“(...) 10 Kasım saat 16:30 sıralarında numarasını hatırlamadığım bir koğuşta yaklaşık dokuz yıllık sivilden tanıdığım devre arkadaşım Piyade Teğmen Ö.Y. ile oturdum. Bana ne olduğunu sordu. Bu esnada aynı koğuşta bulunan Piyade Teğmen B. İ. bana hitaben ’senin ananı avradını sinkaf ederim. O... ç...’ dedi. Yasal olarak amirlerime ve hatta savcılığa şikayetçi olmayı düşündüğüm için haksız duruma düşmemek adına karşılık vermedim ve odayı terk ettim.
Samimi arkadaşlarımla birlikte namaz kılmak amacıyla kurduğum ‘Hubbifillah’ isimli WhatsApp grubunu bana sordular. Bunun ‘Allah için sevmek’ anlamına geldiğini, bir art niyet olmadığını söyledim. Grubu kurma amacım, hadiste belirtildiği üzere cemaatle namaz kılmanın daha fazla sevabı haiz olması olduğunu, gruptaki kişilerin rızalarını alarak gönüllülük esas ile bu grubu kurduğumu söyledim. Koğuşta bulunan Piyade Teğmen A.Ş.’nin ‘Bu ifadenin, Kadir Mısırlıoğlu’nun konuşmasında geçtiğini bilmiyor musun?’ diye sordu. Yanıt olarak, ‘Bu ifadeler Peygamberimizin hadislerinde geçiyor. Google aramasında buldum’ dedim. Sonrasında kendisini bu şekilde soru sorarak beni sıkıştırdılar. Bu esnada herhangi bir darp olayı olmadı. 17:00 içtimasına çıkmak için odayı terk ettim.
10 Kasım sabahında yaşanan olayın öğleden sonraki devamında yaşananları Piyade Teğmen M.F.Ş. ise şöyle aktardı; müfettişlere:(...) 10 Kasım günü akşam saatlerinde 405 nolu koğuşta ben, A.A. ve 3. Bölük‘ten arkadaşımız Piyade Teğmen B.A. varken Piyade Teğmen T.E.E geldi ve A.A. ve beni hedef alarak, ‘Siz kime bağlısınız? Kimden emir alıyorsunuz? Hangi tarikata bağlısınız? Hangi cemaattensiniz?’ şeklinde sözler sarf etti. Ben de ‘Bir yere bağlı olmadığımı, sadece Risale-i Nur’u okuduğumu, cemaatle namaz kılmak konusunda yasak olmadığını’ kendisine söyledim. T.E.E. bunun üzerine, ‘Benim için 28 Şubat kararları geçerlidir’ dedi. Hepimiz şok olduk. Ardından da ‘Bize söyleyecekleriniz bu kadar mı?’ dedi. Biz ona cevap vermedik, daha sonra koğuşta çıktım. (...)”
İşte ifadelerde geçtiği üzere Türk Silahlı Kuvvetleri sistematik bir şekilde faşist generallerin ele başı olduğu bir cendere sokulmuş durumdadır.
Bu vahim durumun birinci derecede sorumlusu hükûmetlerdir. Zira demokrasiden yana tavır almak yerine CHP’nin tek partili faşist yönetimini kendisine örnek alarak neredeyse her konuşmasında CHP liderine referans vermekten geri durmayan siyasetçileri bir defa daha kınıyorum.
En son gelinen noktada namaz kılan subaylar 28 Şubat 1997 sürecinde olduğu gibi ordudan atılmıştır.
Sağ siyasetçiler eskiden mağdur edebiyatı yapmışlar ve ordumuzun demokratik düzenin bir parçası olduğunu iddia etmişlerdi. Fakat yaşadığımız acı tecrübelere rağmen demokratikleşme adına doğru dürüst önlemler alınmamıştır.
Bu çirkin faşist kalkışmaların güçlenmesine sebep olmuşlardır.
Allah, akıl ve izan nasip etsin.
Eskiden olduğu gibi yine darbe hazırlıkları son sürat devam etmekte ve sivil yöneticiler yaşanan acı gerçeklerden habersiz gibi davranarak büyük günahlara ortak olmaktadırlar.
Nitekim Tuzla Piyade Okulu'nda dindar subayların dövülmesi rezaletinde aradan 3 yıl geçmesine rağmen hâlâ masum göstermeye çalışan insanları görebiliyoruz.
Durum vahimdir. Zira olaya karışan dört subay ve mağdur olan 3 teğmen görevden uzaklaştırılması ile yetinilmiştir.
Kara Harp Okulu ve Tuzla Piyade Okulu'nda meydana gelen disiplinsizlikleri görmeyen bu kişilere cevap vermek gerekiyor.
Askerlik mesleği en küçük bir disiplinsizlikte dahi derhal müdahaleyi gerektiren sert bir meslektir. Anında gerekli müdahaleler yapılmaz ise disiplinsizlik olayları çığ gibi büyür ve artık önüne geçilmez hâle gelir.
Ülkemizi 24 yıldan beri yöneten Erdoğan ve Ak Parti teşkilatı yaşadığımız acı olaylardan bir parça ders almış ve hukuki uygulamaları kısmen de olsa gerçekleştirmiştir.
Böyle bir durumda akla gelen ilk husus aynı 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan acı hatıralardır. Halkımız canından dişinden arttırdığı paralarla kurup geliştirdiği Türk Silahlı Kuvvetleri kışlarını kuşatmış darbeden sorumlu komutanları tutuklanarak etkisiz hâle getirmiştir.
Mesele çok ciddi olup üstü örtülemeyecek derecede önemlidir. Eğer 10 Kasım'da yaşanan disiplinsizlik olayının üstüne kararlılık ile gidilmeseydi, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde bulunan ve her 10 yılda bir gerçekleşen darbeci gelenek yeniden hortlayacaktı.
Erdoğan, kalfalık dönemini geçtiğini ve şu anda ustalık döneminde olduğunu söylemektedir. Elbette disiplinsizlik olaylarına gerekli tepkiyi göstermek zorundaydı. Canımız, ciğerimiz olan Türk Silahlı Kuvvetleri'nde yaşanan olaylara seyirci kalmak affedilemez bir suçtur.
Elbette bundan 29 yıl önce gerçekleşen acı bir olayı hatırlatmakta yarar vardır. O dönemde Deniz Kuvvetleri Komutanlığında Yüzbaşı rütbesi ile görev yapıyordum.
Erzurum'da bir Jandarma Komutanı kameraların karşısında Başbakan Erbakan'a apaçık bir biçimde "pezevenk" diyerek hakaret etmişti. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise daha büyük bir skandala imza atarak "Bu bir boşalmadır" diyerek darbecilere yeşil ışık yakmıştı.
Küfürbaz Tuğgeneral Osman Özbek yaptığı hakaret sayesinde Tümgeneralliğe terfi etmiş Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki disiplinsizlik ayyuka çıkmıştı.

Bir donanma subayı olarak bu çirkin rezaletlerden dolayı giydiğim üniformadan ciddi bir rahatsızlık duymuştum. Sağ olsunlar başta Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Erbakan Yüksek Askeri Şura kararlarını imzalayarak benim gibi eşi başörtülü binlerce subayı ordudan atmıştı. Halbuki bu siyasetçiler orduda yapılan dindar subay kıyımına son vereceklerini defalarca söylemiş verdikleri sözlere aykırı hareket etmişlerdi.
Elbette perşembenin gelişi çarşambadan belli olur. Bu kadar çirkin olaydan sonra ABD'den aldıkları emirle Fetocular 15 Temmuz 2016'da darbe yapmaya kalkmışlardı.
Ne ilginçtir bu darbeden tam beş buçuk ay önce gazetelerde "Kamikaze Fetullahcı Darbe" ve " Silahlı Kuvvetlerde Fetullahcı yapılanma" başlığı ile makaleler yazmış hükümeti uyarmıştım.
Şimdi yine aynı darbe hazırlığını ihbar etmek zorunda kaldım.
Evet, askeri darbelerin meydana gelmesinde çeşitli safhalar vardır. Bunun ilk habercisi genç subaylar arasındaki disiplinsizlik olaylarıdır. Bu sayede darbe ortamının ne derece olgunlaştığı konusunda değerlendirmeler yapılır. Eğer sivil hükûmetten beklenen tepki gelmez ise bir sonraki safhaya geçilir ve sonunda darbe gerçekleştirilir.
1957 Yılında darbecileri ihbar eden Samet Kuşçu isimli subay Menderes Hükümeti tarafından cezalandırılıp hapse atılınca 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin önü açılmış ihbar edilen subaylar bu kanlı darbeyi gerçekleştirerek Türk siyasi tarihine bir kara leke olarak geçmişlerdir.
Bu yazının bazı çevreler tarafından olumsuz olarak eleştirileceğinden şüphe duymuyorum.
Fakat darbecileri ihbar ederek emekli bir asker olarak sorumluluğumu yerine getiriyorum.
Yıllar önce "Bahriyede 15 Yıl" isimli kitabımda ve yazdığım yüzlerce makalede bu darbecilerin içyüzünü deşifre ettim. Hamd olsun.
Bu sayede halkımız bilinçlendi ve darbecileri don gömlek soyarak perişan etti. Fakat zamanında gerekli tedbirleri almayan hükümet yüzünden yüzlerce vatandaşımız şehit düştü ve yaralandı.
Allah vatanımızı bu darbeci askerlerin şerrinden muhafaza etsin, vesselam...
Dr. Vehbi Kara

