Burhan BOZGEYİK

Tarih: 02.08.2024 21:27

Kur’an-ı Kerim’den Dersler Allah Kâfirleri Dünyanın İmarı İçin Yarattı

Facebook Twitter Linked-in

Hz. Musa Aleyhisselam, sineklerden şikâyetçi olunca, Cenab-ı Hak şöyle buyurmuş: “Ya Musa! Sen onlardan şikâyet ediyorsun. Onlar da insanlardan şikâyet ediyor. ‘Ya Rabbi! Bu koca kafalı insanlar seni tesbih etmiyor. Onların bir kafasından bizim gibi mahlukatını yaratsaydın, biz sana tesbih ederiz.’”

Hz. Musa Aleyhisselam’ın sinekler hakkındaki şikâyeti gibi, mümminlerin zihnine zaman zaman kâfirlerin hali gelmekte ve bunların yaratılışındaki hikmeti düşünmektedirler. Maddeten ve mânen necis olan kâfirlerin yaratılış hikmetleri tefsirlerde genişçe açıklanmıştır. Tevbe sûresi’nin 28. âyet-i kerimesine meâlen bakalım:

“Ey îmân edenler! Müşrikler ancak bir necis (bir pislik)tir, bu yıllardan sonra artık Mescid-i Harâm’a (Kâ’be ve civârına) yaklaşmasınlar! Fakat (bundan dolayı) fakirliğe düşmekten korkarsanız, o takdirde Allah dilerse, sizi fazlından ileride zengin edecektir. Şüphesiz ki Allah, Alîm (her şeyi hakkıyla bilen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.”

 

Hayrat Vakfı’nın neşretmiş olduğu “Kur’an-ı Kerim ve Muhtasar Meâli”nde bu âyet-i kerimenin meali verildikten sonra dipnot olarak, Bediüzzaman’ın Lem’alar isimli eserinden iktibas yapılmıştır. 17. Lem’anın 16. Notası, bu âyet-i kerimenin bir nevi tefsiri mahiyetindedir. Bu bahsin bazı kısımlarını iktibas edelim. Bu eserde şöyle deniliyor:

“Ey kâfirlerin çokluklarından ve onların bazı hakaik-i imaniyenin inkârındaki ittifaklarından telaşa düşen ve itikadını bozan bîçare insan! Bil ki kıymet ve ehemmiyet, kemiyette ve adet çokluğunda değil. Çünkü insan eğer insan olmazsa şeytan bir hayvana inkılab eder. İnsan, bazı Frenkler ve Frenk-meşrepler gibi ihtirasat-ı hayvaniyede terakki ettikçe, daha şiddetli bir hayvaniyet mertebesini alır. Sen görüyorsun ki hayvanatın kemiyet ve adet itibarıyla hadsiz bir çokluğu varken, ona nisbeten insan gayet az iken, umum enva-ı hayvanat üstünde sultan ve halife ve hâkim olmuştur.

“İşte muzır (zararlı) kâfirler ve kâfirlerin yolunda giden sefihler (beyinsizler), Cenab-ı Hakk’ın hayvanâtından bir nevi habîslerdir (pis bir tâifedirler) ki Fâtır-ı Hakîm (her şeyi hikmetle yaratan Allah) onları dünyanın imareti için halk etmiştir. Mü’min ibadına (kullarına) ettiği nimetlerin derecelerini bildirmek için onları bir vâhid-i kıyasî (ölçü birimi) yapıp, âkıbetinde (işin sonunda) müstahak oldukları (hak ettikleri) cehenneme teslim eder.

 

“İşte küffarın ve ehl-i dalaletin bir hakikat-i imaniyeyi inkâr ve nefyetmelerinde kuvvet yoktur. Çünkü nefiy sırrıyla ittifakları kuvvetsizdir. Bin nefyediciler, bir tek hükmündedir. Mesela bütün İstanbul ahalisi, ramazanın başında Ay’ı görmediğinden nefyetse iki şahidin ispatıyla o cemm-i gafîrin nefiy ve ittifakı sukut eder. Madem küfrün ve dalaletin mahiyeti nefiydir ve inkârdır, cehildir ve ademdir, küffarın kesret ile ittifakı ehemmiyetsizdir. Ehl-i hakkın, hak ve sabit ve sübutu ispat olunan mesail-i imaniyede şuhuda istinad eden iki mü’minin hükmü, hadsiz o ehl-i dalaletin ittifakına racih olur, galebe eder.

“Bu hakikatin sırrı şudur ki: Nefyedenlerin dâvâları sureten bir iken, müteaddiddir; birbiriyle ittihat edemez ki kuvvetlensin. İspat edicilerin dâvâları ittihat ediyor, birbirinden kuvvet alır. Çünkü gökteki hilâl-i ramazanı görmeyen der ki: ‘Benim nazarımda ay yoktur, benim yanımda görünmüyor.’ Başkası da ‘Nazarımda yoktur.’ der. Daha başkası da öyle der. Her biri kendi nazarında ‘Yoktur.’ der. Her birinin nazarları ayrı ayrı ve nazara perde olan esbab dahi ayrı ayrı olabildiği için dâvâları da ayrı ayrı olur, birbirine kuvvet veremez. Fakat ispat edenler demiyor ki: ‘Benim nazarımda ve gözümde hilâl var.’ Belki ‘Nefsü’l-emirde (aslında, hakikatin kendisinde, işin hakiketinde), göğün yüzünde hilâl vardır, görünür.’ der. Görenler bütün aynı dâvâyı ve ‘Nefsü’l-emirde vardır.’ der. Demek, bütün dâvâlar birdir.

“Nefyedenlerin nazarları ayrı ayrı olduğundan, dâvâları da ayrı ayrı olur. Nefsü’l-emre hükmedemiyorlar. Çünkü nefsü’l-emirde nefiy ispat edilmez. Çünkü ihata lâzımdır. ‘Ve’l ademü’l mutlaku lâ yüsbetü illâ bimüşkilâtin aziymetin’ (bir şeyin hiçbir zaman, hiçbir yerde ve hiçbir şekilde olmadığı iddiâsı, ancak çok büyük zorluklarla ispat edilebilir.) bir kâide-i usûldür. Evet, bir şeyi dünyada var desen yalnız o şeyi göstermek kâfi gelir. Eğer yok deyip nefyetsen bütün dünyayı eleyip göstermek lâzım gelir ki tâ o nefiy ispat edilsin. İşte bu sırra binâen, ehl-i küfrün bir hakikati nefyetmesi ise bir meseleyi halletmek veyahut dar bir delikten geçmek veyahut bir hendekten atlamak misalindedir ki bin de bir de birdir. Çünkü birbirine yardımcı olamaz. Fakat ispat edenler nefsü’l-emirde hakikat-i hale baktıkları için müddeâları ittihat ediyor. Kuvvetleri birbirine yardım eder. Büyük bir taşın kaldırmasına benzer ki ne kadar eller yapışsa daha ziyade kaldırması kolay olur ve birbirinden kuvvet alır.” (Lem’alar, 17. Lem’a, 6. Nota, s. 124-125)

Burhan Bozgeyik


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —