Yunus Aleyhisselam’ın kıssasından alacağımız çok dersler var. Kur’an’ımız bu şanı yüce Peygamberin kıssasını tafsilatıyla haber vermektedir. Enbiya Sûresi 87, 88; Saffat Sûresi 139-147 ve diğer sûrelerdeki ayet-i kerimelere ve tefsirlere baktığımızda hülasa olarak şu mühim hâdiseler yaşanmıştır: Hz. Yunus (as) Rabbimizin kendisine peygamberlik vermesinden sonra tebliğe başlamıştır. Tarih yaklaşık olarak Milattan Önce 8. asırdır. Yer, Asur Devleti’nin başşehri olan Ninova şehridir. Bu şehir halkı puta tapmaktadır. Hz. Yunus, yaklaşık 33 yıl tebliğde bulunur ve halkı Tevhid inancına davet eder. Ancak halk küfr-i inadi içindedir. Sayısız Tevhid deliline rağmen putlara tapmaya devam ederler. Rabbimizin azab edeceğini bildirmesi üzerine, Hz. Yunus bunu halka bildirir. İlk önce benizleri sararacak, sonra gazab-ı İlâhî gelecektir. Gazap alametlerinin belirmesi üzerine Hz. Yunus, o bölgeden ayrılır. Rabbimizin “Ayrıl!” emrini beklemeden yola çıkmıştır. Bir gemiye binmiş, yolda şiddetli bir fırtına çıkmış, o bölge halkının inancına göre; “Gemide efendisinden kaçan bir köle var” denilmiş, çekilen kura Hz. Yunus’a isabet etmiş, denize atılmış, büyük bir balık tarafından yutulmuştur. 1) Gece vakti 2) denizin şiddetli dalgaları 3) Balığın karnı. Bu üç karanlıktan kurtuluşun yolu nedir? Hz. Yunus Aleyhisselam bu durumdan yalnızca Rabbine teveccüh etmekle kurtulacağını görmüş ve dua etmiştir. “Lâ ilâhe illa ente sübhaneke innî küntü minezzâlimîn” [Senden başka ilah yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.] (Enbiya Sûresi / 87) Bu dua üzerine Rabbimiz, Hz. Yunus’u (as) bu sıkıntılı durumdan kurtarmış, balık Hz. Yunus’u bir sahil kenarına bırakmıştır.
Hz. Yunus’un başına gelenleri ve yaptığı bu duayı anlatan müfessirlerden biri de Bediüzzaman Hazretleri’dir. “Lem’alar” isimli eserdeki metnin bir kısmını yerimiz nisbetinde iktibas edelim. Müellif-i Muhterem şöyle diyor:
“Hazret-i Yûnus aleyhisselâmın kıssa-i meşhûresinin hülâsası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette “Lâ ilahe illa ente sübhaneke innî küntü mine’z-zalimîn” münâcâtı, ona süraten vâsıta-i necât [kurtuluş vasıtası] olmuştur.
“Şu münâcatın [duânın] sırr-ı azîmi şudur ki: O vaziyette esbab [sebepler] bi’l-külliye sukut etti. Çünkü o halde ona necât verecek [kurtaracak] öyle bir Zât lâzım ki hükmü hem balığa hem denize hem geceye hem cevv-i semâya [hava âlemine] geçebilsin. Çünkü onun aleyhinde “gece, deniz ve hut [balık]” ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir zat onu sahil-i selâmete [kurtuluş sahiline] çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsa idiler, yine beş para faydaları olmazdı. Demek, esbâbın [sebeplerin] tesiri yok. Müsebbibü’l-esbab’dan [bütün sebeplere sâhip olan, onları meydana getiren Allahu Teâlâ’dan] başka bir melce [sığınak] olamadığını aynelyakîn gördüğünden sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için şu münâcat birdenbire geceyi, denizi ve hutu [balığı] musahhar etmiştir.
“O nur-u tevhid ile hutun [balığın] karnını bir tahte’l-bahir [denizaltı] gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağvâri emvac [dalgalar] dehşeti içinde; denizi, o nur-u tevhid ile emniyetli bir sahra, bir meydan-ı cevelan ve tenezzühgâhı olarak o nur ile sema yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri [ayı] bir lamba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdit ve tazyik eden o mahlukat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ sahil-i selâmete çıktı, şecere-i yaktîn [kabak ağacı] altında o lütf-u Rabbanîyi müşâhede etti.
“İşte Hazret-i Yunus aleyhisselâmın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz, istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde [dalgasında] binler cenaze bulunuyor, onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim heva-yı nefsimiz, hutumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hut, onun hutundan bin derece daha muzırdır [zararlıdır]. Çünkü onun hutu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hutumuz [balığımız] ise yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.
“Madem hakiki vaziyetimiz budur; biz de Hazret-i Yunus aleyhisselâma iktidaen [uyarak], umum esbabdan yüzümüzü çevirip doğrudan doğruya müsebbibü’l-esbab olan Rabb’imize iltica edip “Lâ ilahe illa ente sübhaneke innî küntü mine’z-zalimîn” demeliyiz ve aynelyakîn anlamalıyız ki gaflet ve dalaletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve heva-yı nefsin zararlarını def’edecek yalnız o Zat olabilir ki istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir.” (Lem’alar, Birinci Lem’a, s. 12)