Nokta mı Virgül mü?
Nokta da buluştuğunu düşünmek mi yoruyordu beni.
Yoksa bitişi düşünmek mi?
Yanlışlar arasında kaybolan doğruyu bulmak güç mü?
Neden herkesin seçtiği yolu seçmek gibi bir görev yükleniyor omuzlarıma.
Beklentiler, beni yolumdan etti.
Beklentiler gelirken, benim hayattan beklediklerim yığıldı hep.
Sonra da beklenenler ve beklentilerim kucağıma sığmadı.
Kayboldum ve yolumu bulmaktan ziyade onların yoluna koyuldum. Çünkü kolaydı iz bırakan yerden gitmek…
Neden mi? Yol açma derdi yok.
Ama arkasında ne var, hiç düşündünüz mü? İz'in yok, senin iz'in yani.
Birileri bir şeyleri deneyimliyordu ve bende şahit oluyordum.
Zordu ama kolay gibi görünüyordu.
Peki, ruhu özgür olan kalıplaşan eylemlere veya paradigmalara sığabilir miydi?
Sapaları görüyordum, çıkmazları da.
İyi de durup düşünmek gerekmiyor muydu?
Belki de diğer yol akışkandı ve kolaydı ve hatta arkasında başarı vardı.
“Özgürlük” ve “anlam” vardı.
“Anlamak ve anlaşılmak” güçtü bu semtte.
Anlaşılacağımı düşünerek çırpındım ve yıprandım.
Kalırsam eğer özüme dair her ne varsa yüreğimde tuttuğum yok olacaktı, beni “ben” yapan değerlerim…
Tek bir şeyi başarmaya çalışacaktım belki de başaramayıp elime, yüzüme, gözüme bulaştıracaktım.
O eylemi sessizce kulağınıza fısıldamak isterim. “Benzemek...”
Ne kadar ürkütücü.
Ben de kalmadım ve gittim hep ve kaybolan Ben’i buldum ve geri geldim.
Sorumlulukların arasından sıyrılınca “Eylül” nasıl biri, aileye hizmet etmek dışında, neleri severim, neleri yapmaktan hoşlanırım, hayat gayem neler, beni ne mutlu eder?
Tüm bu soruların cevabını bularak döndüm tabi ki.
Sıra da benim hayatımı yaşamak vardı, cümlelerimin sihrini yaşayıp deneyimlemek vardı.
Öncesinde hep bağlayıcı bir virgülüm vardı ve üst üste gelen noktalarım hatta arkasından gelen açıklamalarım…
Bir ara noktalı virgül koymayı da başardım. Ama noktaya sıra gelmemişti hiç.
Anlıyordum ve susuyordum ama benliğim ile var olmanın tadını satırlarımda yaşıyordum yine.
Anlaşılmayı ise açıklamalarım ve çırpınışlarım anlatacak zannediyordum.
Meğer susmak ve kendi eylemlerinde bulunmak, nerede durmak istediğine karar vermek daha anlamlıymış.
Sessizce gülümsemek gerekliymiş.
Anlaşılmak, noktayı koyunca vücut bulurmuş.
Oysa zannetmiştim ki, noktadan sonra biterdim, öyle öğretilmişti. Sonra ne mi oldu? Koydum o korkulan noktayı, kapattım gözlerimi. Öldüm zannettim ölmedim, yaşamayı hissetmedim.
Sonra uzun bir sessizlik… Sessizlik çığlık atarmış, en çok onun sesi çıkarmış.