Okullarda Görülen Vakalar Tesadüf mü, Sistem Sorunu mu?
Denetlenmeyen Yetki, Şişen Ego ve Görmezden Gelinen Çocuk
Bu yazdıklarımı gereksiz yere kimse üzerine almasın.
Çünkü burada söz konusu olan, tek tek bireyler değil; giderek sistematik hâle gelen kamusal davranış örüntüleridir. Son dönemde özellikle okullarda artan sorunlar; öğrencilerden velilere, öğretmenlerden yöneticilere kadar uzanan geniş bir alanda ortak bir rahatsızlığa işaret ediyor: denetlenmeyen ego ve sınırları belirsiz yetki kullanımı.
Kamuda görev yapmak bir ayrıcalık değil, emanet edilmiş bir sorumluluktur. Ancak sahadan gelen gözlemler gösteriyor ki, bazı meslek gruplarında –başta öğretmenlik olmak üzere– bu emanet duygusu zamanla yerini dokunulmazlık algısına bırakabiliyor. Kendini “vazgeçilmez” gören, eleştiriye kapalı, hesap verme refleksi zayıflamış bir tutum; eğitim gibi insan hayatına doğrudan dokunan bir alanda ciddi riskler barındırır.
Güç, Denetlenmediğinde Kişiliği Değiştirir
Michel Foucault, iktidarın yalnızca siyasi bir yapı değil, aynı zamanda bireyin davranışlarını dönüştüren bir ilişki biçimi olduğunu söyler. Denetlenmeyen her güç alanı, zamanla bireyin kendisini merkeze koymasına yol açar. Bu durum, öğretmen–öğrenci ilişkisinde pedagojik bir bağ olmaktan çıkar; hiyerarşik bir tahakküme dönüşebilir.
Benzer şekilde Max Weber, bürokrasinin denge–denetim mekanizmaları işlemediğinde, görev tanımının bir “kişisel iktidar alanı”na evrileceğini vurgular. Yani sorun çoğu zaman bireyin kötü niyetinde değil; sistemin onu sınırlayamamasındadır.

Ego, Mesleki Kimliği Körleştirir
Karen Horney, egonun sağlıksız biçimde şiştiği durumlarda bireyin empati kapasitesinin ciddi biçimde düştüğünü belirtir. Empati yoksunluğu ise eğitim ortamında yalnızca iletişim kazalarına değil, derin psikolojik yaralanmalara neden olur. Bir öğretmenin sınıfta söylediği tek bir cümle, bir çocuğun hayat boyu taşıyacağı bir iç sese dönüşebilir.
Donald Winnicott’un “yeterince iyi yetişkin” kavramı da tam bu noktada önemlidir. Buradaki “iyi”, mükemmel olmak değil; duygusal olarak dengede, sınırlarının farkında ve kendi ruhsal yükünü çocuğa aktarmayan bir yetişkin olabilmektir. Kendi egosunu regüle edemeyen bir öğretmen, öğrencinin ruhsal alanını da güvenle tutamaz.
Psikolojik Değerlendirme Bir Ceza Değil, Koruyucu Sağlık Hizmetidir
Buradan açıkça sesleniyorum:
Millî Eğitim Bakanlığı’na, Cumhurbaşkanlığı makamına ve tüm kamu kurumlarının yetkililerine…
Kamuda görev yapan tüm memurların –başta öğretmenler olmak üzere– düzenli aralıklarla psikolojik değerlendirmelerden geçirilmesi, bir lüks değil; toplumsal bir zorunluluktur. Bu uygulamalar kimseyi fişlemek ya da cezalandırmak için değil; hem çalışanı hem de hizmet alanı korumak içindir.
Gelişmiş pek çok ülkede bu tür uygulamalar mevcuttur. Çünkü ruh sağlığı, yalnızca bireysel bir mesele değil; kamusal güvenlik ve toplumsal iyilik hâlinin temel bileşenidir.
Yaptırım Yoksa, Sınır da Yoktur
Ne yazık ki bugün yapılan soruşturmaların büyük bir kısmı ya sonuçsuz kalmakta ya da caydırıcı olmaktan uzaktır. Bu durum, bazı bireylerde “nasıl olsa bir şey olmuyor” algısını pekiştirir. Oysa yaptırımın olmadığı yerde etik hızla aşınır.
Zygmunt Bauman’ın da vurguladığı gibi, modern toplumda sorumluluk giderek bulanıklaşmaktadır. Kimsenin tam olarak hesap vermediği sistemlerde, birey kendi davranışını meşrulaştırmakta zorlanmaz. Bu da kurumsal çürümenin sessiz başlangıcıdır.
Deneme Sınavı Baskısı: Eğitimin Değil, Egosu Şişmiş Zihniyetin Ürünü
Son olarak altı özellikle çizilmesi gereken bir noktaya değinmek gerekir:
Millî Eğitim Bakanlığı’nın açıkça “deneme sınavı yapılmayacak” yönündeki kararına rağmen, bazı okullarda çocuklara psikolojik baskı uygulanarak velilerden para toplanması, yalnızca idari bir ihlal değil; etik ve pedagojik bir sorundur.
Bu uygulamalar çoğu zaman öğrencinin yararı için değil;
– öğretmenin kendi otoritesini pekiştirmesi,
– “başarı” algısı üzerinden egosunu tatmin etmesi,
– sınıf ve veli üzerinde güç gösterisi kurması
amacıyla yapılmaktadır.
Çocukların gelişimsel ihtiyaçları, ruhsal dayanıklılıkları ve bireysel sınırları yok sayılarak sürdürülen bu baskı; eğitimin değil, kontrol ve egonun ürünüdür. Eğitim, yarışla değil; güvenle gelişir. Sürekli sınanan çocuk öğrenmez; kaygı üretir.
Son Söz
Bu yazı bir itham değil, açık bir uyarıdır.
Eğitim; egonun değil, bilginin, vicdanın ve ruh sağlığının alanıdır.
Unutulmamalıdır ki; çocukların ruhuna dokunan her yetişkin,
önce kendi ruhunun hesabını verebilmelidir.
Sessiz kalmak çözüm değildir.
Görmezden gelmek iyileştirmez.
Denetim güveni yok etmez; güveni yeniden inşa eder.
Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER

