Eskiden, gazete almak için bu şekilde köşe bucak aranmazdık. Neredeyse her markette gazete bulabilirdik. Sokak başlarında gazete bayileri olurdu. Şehrin en güzide yerlerinde kitapçılar olurdu. Şimdi ise ara ki bulasın. Koca Güngören’de gazete satan yer bulamıyorsunuz. Millî Gazete almak için bazen Şirinevler’e gidiyorum.
Geçen Riyazü’s-Salihin okurken kitabı aldığım tarihe baktım. 1973 yazıyor. O tarihte şehrimizin merkezi yerinde pek çok kitapçı bulunurdu. Benim abonesi olduğum kitapçı “İslam Kitabevi” idi. Sahibi Said amca, Karagöz Camii müezzini idi. Namaz vakti haricinde hep açık olurdu. Ben de günlük harçlıklarımı biriktirir. Hafta sonu harçlığımı da alınca doğru kitapçıya koşardım. Geçenlerde şehrime bu gözle baktım. Merkezi yerde bir tek kitapçı kalmamış. Sözde kitapçılar çarşısı diye açılan bir mekânın neredeyse yüzde seksenini lokantalar, yiyecek-içecek satan yerler işgal etmiş.
Hani suyu çekilen barajlar, göller vardır ya, kuraklığı, susuzluğu haber verircesine çekiliverir, çorak topraklar ortaya çıkıverir. O çoraklık, bir felaketin habercisidir. Anlattığım manzaralar ise gerçekte bir felaketin habercisidir. Okumamak başlı başına bir felakettir. İnsan biraz düşününce Kur’an’ın ilk emri olan “İkra’”nın hikmetini daha iyi anlıyor. İnsan okumayınca ne olur? Kâinat kitabının mânâsını çözemez. Âlem nedir, nereden geliyor, nereye gidiyor, yaratılış gayesi nedir? Bunu çözemez. İnsan nedir, nereden geliyor, nereye gidiyor, yaratılış gayesi nedir? Bu soruların cevabını bulamaz.
İnsanın aslî görevi Cenab-ı Hakk’ı tanımak, tanıdığını iman ederek göstermek, kendisini yaratan ve bütün ihtiyaçlarını karşılayan Rabbini sevmek, sevdiğini de ibadet ederek göstermektir. Allah’ın verdiği ömrü Allah’ın razı olacağı şekilde geçirmek ve Kâinatın Yaratıcısının huzuruna yüz akıyla, izzetle, şerefle çıkmak için bilgili olmak gerek. Bilgili olmak içinse okumak gerek. Okumayan insan, yaratılış gayesini, kendini, aslî görevlerini bilmez. Okumayan insan, gerçek insan olamaz. Odundan farksız olur.
Okumayan insan, acınacak bir durumdadır. İşte şimdi cemiyetçe içerisinde bulunduğumuz hal gibi. Maalesef okumuyoruz. Okumayı bıraktık. Lütfen elinizdeki telefonları bırakınız da bize okuma materyallerini hazırlayan insanların gayretlerine bakınız: Gidin bir gazete binasını gezin. Yazı işlerinin, teknik elemanların, matbaa personelinin ve sair görevlilerin çalışmalarına, koşturmalarına bakınız. Bir gazetede yer alan köşe yazılarına verilen emekleri düşününüz. Bir kitabın hazırlanmasında geçen safhaları düşününüz.
Kayınvalidenin vefatı münasebetiyle İstanbul’a gittiğimde, Beyazıt’taki kitapçılar çarşısına uğradım. Bu vesile ile Akif Öztürk dostumuzla geniş sohbet imkânı buldum. İkindi namazını yayıncı dostlarla mescitte birlikte kıldık. Otuz sene önce henüz gencecik bir delikanlı iken Çile Yayınevi’nde koşturup duran kardeşimizi gördüm. O da yayıncı olmuş. Ne kadar sevindim. Tevafuk, kısa bir müddet sonra Çile Yayınevi’nin değerli sahibi İsmet Celep Bey aradı, “İstanbul’a gelince birlikte bir yemek yiyelim” dedi. “İnşallah” dedim. Kitapçılar çarşısındaki dostların şevkle koşturmalarını, gayretle çalışmalarını gördüm. İstanbul’daki yayıncılardan Semendel Yayınevi’ne de uğradım. Bu yayınevi, okumanın rafa kaldırıldığı günümüzde zorlu bir çalışma içerisine girmişti. Bediüzzaman Hazretleri’nin eserlerini orijinal haliyle yayınlıyorlardı. Bir de Molla Muhammed Doğan Hocamızın değerli eserlerini neşrediyorlardı. Kendilerini hem tebrik ettim hem de muvaffakiyetler diledim.
Başta aile efradım olmak üzere, bütün tanıdıklarımı okumaya, kitaplarla haşır neşir olmaya davet ediyorum. Niçin? Çünkü iki cihanda mesud ve bahtiyar olmamız okumaya bağlı. Sahabe-i kiram mükemmel şekilde okuyordu. En başta Müslümanların anayasası olan Kur’an-ı Kerim’i, sonra Kur’an-ı Kerim’in en mükemmel tefsiri olan Sünnet-i Seniyyeyi okuyor ve yaşıyorlardı. İşte bu donanımla kırk senede kırk devleti mağlup ettiler.
Tarihin büyük cihangirlerine bakınız, hepsi okuyordu. Fatih Sultan Mehmed, başını kitaplardan kaldırmazdı. Şahi topunun, havan topunun mucidi bizzat kendisiydi. Dünyadaki belli başlı devletlerinin hepsi hakkında bilgi sahibiydi. Bu bilgiler ışığında politika geliştirirdi. Bu bilgiler sayesinde 16 yılda 25 devleti birden mağlup etmişti. Yavuz Sultan Selim, seferlerine develer dolusu kitaplarla çıkıyordu. Osmanlı, okuyan insanların himmetiyle 600 yıl ayakta kaldı. Ne vakit ki okuma terk edildi, işte o vakit devlet de çökmeye yüz tuttu. Devlet, lay lay lom’la ayakta durmaz. Devlet okumakla ayakta durur. İngiltere’ye, Amerika’ya bakanız, dünya hakimiyeti iddiasında iseler, bunun sebebi, okuyan ve kendilerini mükemmel şekilde geliştiren bir avuç elitin bulunmasıdır.
Okumayan insan köle olur. En başta nefsinin, sonra elinde tasma ile dolaşan hâkim güçlerin…
Devlet ve devletin âkil insanları okuma seferberliği başlatmalıdır. Evet hava kirliliği, susuzluk, kuraklık da bir felakettir. Ancak okumama felaketi gibi değil. Felaketlerin en büyüğü okumamaktır. Ah, kafamızı duvarlara vurmadan bunu bir anlayabilsek…