Phoenix ve Jolie'nin Sessizliğe İsyanı: Gazze'de Çığlık Var, Siz Neden Hâlâ Sessizsiniz?
Bir çocuğun açlıktan ölmesini hangi siyasi gerekçe, hangi "güvenlik endişesi" açıklayabilir?
Gerçekten duyuyor musunuz o çığlıkları, yoksa kulaklarınızı kapatıp "jeopolitik karmaşa" diyerek kendinizi mi avutuyorsunuz?
Oscar'ın tacını taşıyan iki dev isim, Joaquin Phoenix ve Angelina Jolie, sadece perdedeki değil, gerçek hayattaki insanlık dramına dair seslerini yükselterek dünyanın vicdanına bir ayna tuttu. Onların sözleri, kürsülerden dökülen süslü nutuklar değil; Gazze'nin kanla, açlıkla ve gözyaşıyla yoğrulmuş topraklarından yükselen bir feryadın yankısıydı.
Joaquin Phoenix, yüreğindeki utancı ve öfkeyi saklamadan haykırdı:
"Bazen hayatta olmaktan utanıyorum. Gazze'de çocukların açlıktan ölmesini haklı çıkaracak hiçbir şey yok... Jeopolitiği anlamak zorunda değilim. Sadece insan haklarını anlamam gerekiyor."
Bu, bir yıldızın değil, insanlığını kaybetme korkusuyla titreyen bir bireyin çığlığı. Çaresizliğin ve sessiz kalmanın ağırlığıyla ezilen bir vicdanın itirafı…

Bu sözler içimizde bir yankı uyandırmıyorsa, insanlığımızın neresini kaybettik acaba?
Angelina Jolie ise diplomasinin dilini bir kenara itip, gerçeği olduğu gibi, sert ve net bir şekilde ifade etti:
“İsrail açıkça Gazze'de soykırım yapıyor. Bunun olmasına izin veren dünya liderlerine yazıklar olsun.”
Bu sadece bir eleştiri değil; soykırıma seyirci kalan herkesin ortaklığının ilanıdır. Çünkü korkunç gerçek şu: Soykırımı izlemek, ona ortak olmaktır.
Peki bu sessizlik perdesi arkasında neler yaşanıyor?
İtalya'dan yola çıkan, insani yardım taşıyan "Hanzala" gemisi, uluslararası sularda durduruldu. İçindeki masum insanlar, insani yardım gönüllüleri, İsrail güçleri tarafından kaçırıldı.
Barış ve insaniyet adına yola çıkan bir gemi, uluslararası hukukun çiğnendiği karanlık bir operasyona maruz kaldı. Bu, yardımın bile nasıl engellendiğinin, insani çabaların nasıl şiddetle bastırıldığının açık kanıtı değil mi?
Ve Gazze...
Dünyanın gözü önünde, sistematik bir şekilde açlığa ve ölüme mahkum edilen Gazze… Çocukların bedenleri, besinsizlikten adeta eriyor. Anneler, bebeklerini doyuracak bir lokma bulamamanın çaresizliğiyle ağlıyor.
Tıbbi imkânsızlıklar yaraları kangrene çeviriyor.
Daha da vahimi, açlıktan kırılan insanların son umudu olan yardım dağıtım noktalarına toplanan masumlar, toplu katliamlarla karşılaşıyor. Bir ekmek kuyruğunda beklemek, ölüm fermanına imza atmakla eşdeğer hale geldi. Bu görüntüler karşısında hâlâ "tarafsız" kalabilmek mümkün mü?
Biz ne yapıyoruz?
Sosyal medyada bir anlık öfke patlaması, birkaç paylaşım, bir damla gözyaşı...
Sonra? Sessizlik… Unutuş… Gündemin değişmesini beklemek…
Oysa Gazze'de çığlıklar durmuyor. Çocuklar ölmeye, anneler yas tutmaya, insanlık ayaklar altında çiğnenmeye devam ediyor.
Artık bu bir "Filistin meselesi" değil! Bu, insan olmanın ne anlama geldiğine dair bir sınavdır.
Bir çocuğun yaşam hakkı, hiçbir uluslararası siyasi hesapla, hiçbir "karmaşık çıkar ilişkisiyle" görmezden gelinebilir mi?
İnsan hakları denen evrensel değer, coğrafyaya göre mi değişiyor?
Şimdi susarsak, tarih sadece Gazze'de yaşanan vahşeti değil, bizim o vahşete karşı sergilediğimiz onaylayıcı sessizliğimizi de kaydedecek.
Çünkü bu saatten sonra konuşmak, sadece cesaret değil, insan olarak kalabilmenin son kalesidir.
Çünkü nihai soru artık şu:
Bir çocuğun açlıktan ölmesine sessiz kalmak mı, yoksa insan kalabilmek mi? Seçim sizin. Sessizliğiniz hangi tarafa?