Sarıkamış Harekâtı aradan bunca sene geçmesine rağmen hâlâ acısı içimizde ter ü taze durmaktadır. Her hatırladıkça gözlerimiz yaşarmaktadır. Düşünün siz, on binlerce kahraman Mehmetçik, tek kurşun atmadan donarak şehit olmuştur. Bu hadisede yapılan hataların bir kısmını önceki yazılarımızda belirttik. Bu bahisle ilgili bu son yazımızda hataların bir kısmını sıralayarak genel bir değerlendirme yapacağız.
Sarıkamış Harekâtı’nda öncelikli hedef; Rus işgali altındaki Kars, Sarıkamış ve Ardahan’ı kurtarmak, baharda başlayacak Rus taarruzunu engellemek ve Kafkaslar ile Orta Asya’daki Türk illerinin kapısını açmaktı. Bu harekâtın bir diğer maksadı da, Birinci Dünya Savaşı’na parlak bir başlangıç yapmaktı.
Bu operasyonun planı kâğıt üzerinde başarılı idi. Bütün unsurlarıyla uygulanmış olsa netice alınması muhakkak gözüküyordu. Ancak o cephedeki askerlerimizin büyük ekseriyetinin soğuklara dayanacak elbiseleri ve kaputları yoktu. Ayaklarında çizmeleri yoktu. Bu ihtiyaçları karşılayacak üç geminin yükü Ruslar tarafından batırılmıştı. Hava durumu dikkate alınmamıştı. Şöyle böyle değil eksi 26 derece, eksi 40 derece soğuktan bahsediyoruz. Askerlerimiz ormanlık bölgeden geçmişler, şiddetli tipi bastırmış. Açıktalar. Ateş yakıp ısınma imkânları yok. Zira yanlarında balta yok, testere yok. Aklı başında kumandanlar bu şartlarda operasyonun bahara ertelenmesi gerektiğini söylemişler, ancak Enver Paşa bu görüşü şiddetle reddetmiş, şuursuzca verdiği gece taarruzu emirleri kayıpları artırmıştır.
Harekât esnasında şiddetli soğukların yanı sıra, şiddetli açlıkla da yüz yüze gelinmiştir. Öte yandan tifüs salgını askerlerimizi perişan etmiştir. Sarıkamış harekâtına katılan askerler, “Bizi Ruslar değil, bitler yendi” demişlerdir.
Sarıkamış harekâtı 22 Aralık 1914’te başlamış, 5 Ocak 1915’te ordumuzun ağır kayıpları ile neticelenmiştir.
Kış, 3-4 Ocak 1915’te şiddetlenmiş; fırtına ile yağan kar yolları tıkayıp çadırları yıkmış, ardından da dondurucu soğuklar bastırınca 150 bin kişilik ordunun 90 bini veya 60 bini donma, dizanteri, tifo ve tifüsle mahvolmuştur. Enver Paşa durumun kötüye gittiğini görünce 5 Ocak 1915’te, “Ben İstanbul’a gidiyorum” diyerek cepheden ayrılmıştır. Burada Enver Paşa’ya bir paragraf daha açalım: Bu sima için “hain” demek mümkün değil. Ancak gözü karalık, cesaret, kahramanlık devlet idaresinde aklın ve istiklalin önüne geçmemelidir.
Kahraman olmak, korkusuz olmak yetmiyor. Tecrübe gerekiyor. Vatan haini değil. Vatanı satan biri değil. Ama siyaset bilmiyor. Askerî eğitimi yetersiz. Kendisini kullandırtıyor. Alman hayranlığı var.
Birinci Dünya Savaşı’nın her safhasında maalesef Almanların tesiri görülmektedir. Enver Paşa da bu durumdan rahatsızdır. Sarıkamış’tan İstanbul’a dönerken Erzurum’dan telgraf çekiyor. Diyor ki: “İstanbul’a geliyorum, bundan sonra hiçbir Alman subayından emir alınmayacak.” Fakat İstanbul’a gelince ilk geri aldığı emir bu oluyor. Enver Paşa’ya diyorlar ki: “Otur bakalım, sen bu emri nasıl verirsin? İkili anlaşma böyle demiyor.” Buradan anlıyoruz ki ordunun emir ve komutası tamamen Almanların elindedir. Mesela Sivastopol’u kim bombaladı, emirleri kim verdi, bilen yok. Enver Paşa diyor ki: “Vallahi benim haberim yok.” Talat Paşa’ya söylüyor. Cemal Paşa, “Benim hiç haberim yok” diyor.
Sarıkamış profesyonel askerlerin yaptığı savaş. Çanakkale yedek subayların savaşı. Eğer Sarıkamış’ta bu profesyonel askerleri kaybetmeseydik, bu askerler Çanakkale’ye gelirdi. Cumhuriyet kurulduğunda, ortada tahsilli insan kalmamıştı.
Sarıkamış Harekâtı sonunda Doğu Anadolu kapıları Ruslara açıldı. 13 Mayıs 1915’te Ermenilerin iş birliği yaptığı Rus kuvvetleri önce Van’a, bilahare Muş ve Bitlis’e girdi. Ruslar bu illerin valiliklerini Ermenilere verdi. Ruslar ve Ermeniler bölge halkına karşı müthiş bir soykırıma girdiler.
Sarıkamış 1917’deki Bolşevik ihtilaline tesir etmiş, Rusya’da idare değişmiştir.
Sarıkamış Harekâtı, Irak ve Filistin cephesine de tesir etmiştir. Bu harekâtın menfi neticeleri bir domino etkisi yapmıştır.
Sarıkamış Harekâtı, gerçekte büyük kayıpları olsa da tarihte eşine ender rastlanan bir kahramanlık destanıdır. Dünya savaş tarihinde eşine pek az rastlanan bir emre itaat örneğidir. Düşünün askerlerimiz üzerlerinde kış elbisesi, ayaklarında çizme, çarık yok. Dondurucu soğukla yüz yüzeler. Yiyecekleri yok. Bütün bu şartlarda asla geri dönmeyi düşünmüyorlar. Ölüme gülerek gidiyorlar. De gel de bu kahraman ecdadı sevme… Rabbim onlardan razı olsun, mekânları cennet olsun. Onlar görevlerini yaptılar ve rütbelerin en yücesine, yani şehadete kavuştular. Biz torunlarına ve kıyamete kadar gelecek nesillere fedakârlık nasıl olurmuş onu gösterdiler. Bize düşen bir vazife de bu hatalardan ders çıkarmak, bu vatanı bu dersler ışığında korumaya çalışmak…