Şehitlerimizin ve Gazilerimizin
Hukukunu Müdafaa (11)
İşgalciler, İstanbul’da asırlardan beri Cuma gününün resmî tatil günü olmasını değiştirerek Pazar gününü resmî tatil yapmak istemişlerdir. M. Kemal Paşa bu değişikliğe şiddetle karşı çıkmaktadır. G. Jaeschke, “Yeni Türkiye’de İslâmlık” isimli eserinin 31. sayfasında bu durumu şu şekilde anlatmaktadır:
“Mustafa Kemal Paşa, Ankara’ya gelişinin ertesi günü [28 Aralık 1919], şehrin ileri gelenlerine, İtilaf Devletlerinin, ‘İslamları Pazar gününü yevm-i tatil [tatil günü] ve mübarek suretinde tanımağa icbar eden [zorlayan] ve İslâmların yevm-i mahsusu olan Cuma gününü resmen tanımayan milletler olmasından yakınmıştır.”
M. Kemal Paşa, başta İngilizler olmak üzere işgalcilerin “Pazar günü resmî tatil günü olsun!” baskısını ve Cuma gününden vazgeçmeyeceklerini istediğini Nutuk’ta şu şekilde anlatmaktadır:
“ İstanbul’un fethinden beri, gayr-i Müslimlerin mazhar bulundukları bu imtiyazâzât-ı vasiâ [çok geniş imtiyazlar, ayrıcalıklar], milletimizin dinen ve siyaseten dünyanın en müsaadekâr ve civanmert milleti olduğunu isbat eder en bâriz [açık] delildir. Milletimize bu isnâdatta bulunan muârızlar insaf etsinler de, dünyanın en büyük ve medenî milleti olduğunu iddiâ edenlerden, din-i İslâmı sûret-i resmiyede tanımayan [İslam dinini resmî surette tanımayan], İslamları, Pazar gününü yevm-i tatil ve mübarek suretinde tanımağa icbar eden [zorlayan] ve İslâmların yevm- i mahsusu olan Cuma gününü resmen tanımayan milletler olduğunu unutmasınlar.” (Nutuk, c.3, s. 1183)
M. Kemal Paşa, Samsun’a ayak bastıktan sonra, yaklaşık yedi ay Anadolu’yu dolaşmış, o esnada Erzurum ve Sivas Kongreleri yapılmış ve Kurtuluş Savaşı’nın teşkilatlı şekilde yapılmasının alt yapısı hazırlanmış, ondan sonra Ankara’ya gelmişti. Ankara’ya gelişinin ertesi günü kalabalık bir topluluğa yaptığı konuşmada, Cuma gününü tatil etmekten çıkarmaya çalışan işgalcilerin medeni olmadığını belirten M. Kemal Paşa, daha sonra konuşmasının devamında şöyle demekteydi:
“…Erzurum ve Sivas Kongrelerinin bütün cihana karşı olan beyannâmesi ve nizamnâmesi muhteviyât-ı hâiz-i ehemmiyettir. Esasen muhteviyatı cümlenizce malumdur. Fakat müsaade ederseniz her ikisinden bazı noktaları burada tekrar hatırlatmak isterim: Nizamnâmenin teşkilata ait sahifesinde görülüyor ki, maksat, ‘Osmanlı vatanının tamamiyetini ve makâm-ı muallâ-yı hilafet ve saltanatın ve istiklâl-i millinin masuniyetini temin [Yüce halifelik ve saltanat makamı ve milletin bağımsızlığını korumak için] zımnında Kuvâ-yı milliyeyi hâkim kılmaktır.” (a.g.g., s. 1185)
“Her halde devlet ve milletimiz dahilden ve haricen bütün mânâsıyle müstakil kalacaktır. Bize başka bir tarz-ı idare [idare şekli] tatbik edilemez. Bu babda birçok muhtelif esbabın [çeşitli sebeplerin] başında en büyük ve mühim sebep şudur: Dinen dahi müstakil olmak mecburiyetindeyiz.” (a.g.e., s. 1187)
“Cemiyetimizi nokta-i nazarından çizdiğimiz hudut haricinde kalan dindaşlarımızla, bu muhterem kardeşlerimizle aynı hudut dahilinde asırlardan beri vatandaşlık ettik. Bu kardeşlerimiz her tarafta, Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Şarkta kendi dahillerinde muhafazâ-i mevcudiyet ve temin-i istiklâl için sarf-ı mesai ediyorlar [hayatta kalmak ve bağımsızlıklarını elde etmek için çalışıyorlar]. Bütün bu İslâm parçalarının mazhar-ı istiklâl olmaları [bağımsızlıklarına kavuşmaları] âlem-i İslâm’ın vaziyetinin ne kadar rasîn [sağlam] olacağını şimdiden tasavvur etmekle pek büyük saadet hissediyorum. Mazhar-ı intibah olduğuna şüphe kalmayan âlem-i İslâm’ın muvaffakiyetini o kadar kavi [sağlam] görüyorum ki, bu imanla izah-ı hissiyat eylediğimden [hislerimi açıkladığımdan] dolayı duyduğum vicdanî zevk pek büyüktür. Fazla rahatsız etmek istemem. Beni dinlemek lütfunda bulunduğunuzdan dolayı hasseten teşekküratımı arz ederim.” (a.g. e., s. 1189-1190)
Muhteşem bir merasimle açılan TBMM çatısı altında yapılan konuşmalar, o günkü merasimde ortaya konulan ruha uygun olmuştur. Meclis Zabıtları ve o günleri yaşayan aydınların hatıra kitapları buna delildir.
24 Nisan 1920 Cumartesi günü saat 10’da açılan Birinci Büyük Millet Meclisi’nin ikinci gününde ilk sözü Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Mustafa Kemal almıştı. Paşa öğleden sonra da devam eden uzun bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmadan bazı pasajları Yunus Nadi’nin kitabından takip edelim:
“Devlet-i Osmaniye’nin diğer herhangi bir devlet gibi hükümdarının nüfuz-u cismanisi etrafında müteşekkil değildir. Makam-ı saltanat aynı zamanda makam-ı hilafet olmak itibariyle padişahımız cumhur-u İslâm’ın da reisidir. Mücâhedatımızın birinci gayesi ise saltanat ve hılafet makamlarının tefrikini istihdaf etmek [ayırmayı hedeflemek] değil, düşmanlarımıza irade-i milliyenin buna müsait olmadığını göstermek ve bu makamât-ı mukaddeseyi esaret-i ecnebiyeden tahlis ederek [mukaddes makamları ecnebi esâretinden kurtararak] ulülemrin selâhiyetini düşmanın tehdit ve ikrahından [zorlamasından] âzade bırakmaktır. Bu esasata göre, Anadolu’da muvakkat [geçici] kaydiyle olsa bile bir hükümet reisi tanımak ve padişah kaymakamı ihdas etmek hiçbir suretle kabil-i cevaz değildir.” (Birinci Büyük Millet Meclisi, s. 36)
“Hılafet ve saltanat makamının tahlisine muvaffakiyet hasıl olduktan sonra padişahımız ve halife-i müslimin efendimiz her nevi ikrahtan âzâde ve tamamile hür ve müstakil olarak kendini milletin âgûş-u sadâkatinde gördüğü gün Meclis-i âlinizin tanzim edeceği esâsat-ı kanuniye dairesinde vaz-ı muhterem ve mübeccelini ahzeder.
“Biz, ittifak-ı cumhura her kuvvetten ziyade selahiyet bahşeden İslâmiyet esâsatını [prensiplerini] nazar-ı dikkate alarak Meclis-i âlinizi kâffe-i umûr-u millette doğrudan doğruya vaziülyed tanımak taraftarıyız.[Yüce Meclisin milletin bütün işlerini doğrudan doğruya eline almasını tanımak taraftarıyız]” (a.g.e., s.37)
Bu şekilde mukaddes değerlerin ön plana çıkarılması, zafere kadar, her yerde, her objede görülmüştür. M. Kemal Paşa Adana’da çektirdiği ve daha sonra kartpostal olarak dağıtılacak fotoğrafının altına şu ibareyi yazdırmıştır: “Öyle bir gazâ ettik ki hoşnut eyledik Peygamberi”
Zafer kazandıran bu ruhun tezahürü uzun zaman devam etmiştir. M. Kemal Paşa, 7 Şubat 1923 Çarşamba günü Balıkesir’deki Zağnos Paşa Camii’nde yaptığı konuşmada şöyle demekteydi:
“Ey millet, Allah birdir, şânı büyüktür. Allah’ın selameti, atifeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara hakaik-i diniyeyi tebliğe memur ve resul olmuştur. Kânun-u Esasisi, cümlenizce malumdur ki, Kur’an-ı Azimüşşandaki husustur. İnsanlara feyz vermiş olan dinimiz, son dindir, ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve hakikate tamamen tevâfuk ve tetâbuk ediyor. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavânin-i tabiiye-i İlâhiye beyninde [arasında] tezat olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavânin-i kevniyeyi yapan Cenab-ı Haktır.
“Arkadaşlar, Cenab-ı Peygamber mesâisinde iki dâra [eve], iki haneye mâlik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini Allah’ın evinde yapardı. Hazret-i Peygamberin isr-i mübareklerine [mübarek mesleklerine] iktidâen [uyarak] bu dakikalarda milletimize, milletimizin hal ve istikbaline ait hususâtı görüşmek maksadıyla bu dâr-ı kudside [mukaddes yerde] Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.” (Zafer-i Milli Gazetesi, 8 Şubat 1923)