Şehitlerimizin ve Gazilerimizin
Hukukunu Müdafaa (15)
Kurtuluş Savaşı İşte Bu Ruhla Başladı
Kurtuluş Savaşı, ya da o zamandaki ismiyle “İstiklal Mücâhedesi” esnasında yapılan konuşmalara bazı misaller verdik. Buna dair binlerce sayfa örnekler verebiliriz. Bu konuşmaların yanı sıra devletin sistemi de bütünüyle İslam esasına dayanmaktaydı. Bakanlar Kurulundaki protokolde 1 numaralı bakanlık “Şeriat Bakanlığı”ydı. (Şer’iye ve Evkaf Vekaleti), Hâkeza Bakanlardan Biri de “Mezhepler Bakanı”dır. Bu bakanın görevi, gerek mahkemelerde ve gerek devlet mekanizmasında işlerin dört mezhebe uygun yürütülüp yürütülmediğini denetlemekti.
TBMM, 5 Eylül 1920 tarih ve 18 numaralı kararı ile kuruluş maksat ve gâyesini şu şekilde tespit etmişti: “Büyük Millet Meclisi hilâfet ve saltanatın vatan ve milletin istihlâs ve istiklâlinden [kurtuluş ve bağımsızlığından] ibaret olan gayenin husûlüne [meydana gelmesine] kadar şerâit-i âtiye dairesinde [aşağıdaki şartlar çerçevesinde] müstemirren [devamlı] in’ikat eder [toplanır].”
1921 Anayasasında Devletin dininin İslâmiyet olduğu belirtiliyordu. Yine 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanununun, yani Anayasanın, 7. Maddesi “ahkâm-ı şer’iyenin tenfizi” [Şer’î hükümlerin yerine getirilmesi] vazifesini TBMM’ye veriyordu.
TBMM, Anayasada da belirtilen İslam esasına uygun toplanıyor ve çalışmasını yürütüyordu. Her toplantı öncesinde Kur’an-ı Kerim okunuyor ve ordumuzun muzafferiyeti için dua ediliyordu. TBMM Başkanlık Kürsüsünün tam arkasında asılı kocaman bir hat levhada Şura suresinin 38. Âyet-i Kerimesinin bir kısmı yer almaktaydı: “Ve emruhum şûra beynehüm” [Onların işleri, aralarında istişare iledir.]
İşte yapılan konuşmalara bakan, devletin sisteminde esas olan İslamî hükümleri gören, TBMM’nin çalışma nizamından haberdar olan Anadolu halkı, düşmanın yurdumuzdan kovulması halinde yine 1071’den bu yana olduğu gibi her yerde Allah’ın hükümlerinin hâkim olacağına inanmıştı. İşte bu inançla ve yüksek moralle canla başla cihad ediyorlardı. Ordumuzun bütün subayları ve neferleri de bu inançtaydı. Düşmanla muharebeden önce abdest tazeliyor, namaz kılıyor, birbirleriyle helalleşiyor ve “Allah Allah” nidalarıyla hücum ediyorlardı.
Şimdi Kurtuluş Savaşına ana hatlarıyla bakalım. Biz bu kısmı tafsilatıyla anlatmayacağız. Bu kısmı 10 kitaplık “Kurtuluş Savaşı Serisi” çalışmamıza havale ediyoruz. Yalnızca ana hatlarıyla bu kahramanlık destanını hatırlatacağız.
Ege Bölgesi: İzmir’in işgalini müteâkip; Denizli, Aydın, Ödemiş, Nazilli, Burhaniye, Balıkesir ve daha birçok beldede gönüllü birlikler düşmanla çatışmaya girmişti.
Denizli’de genç mücahitler bir çırpıda hazırlayıverdikleri sancağın etrafında toplandılar. Bu sancağın bir tarafında, “Yaşasın vatan!” diğer tarafında da; “Bismillahirrahmânirrahîm. Lâilahe illallah Muhammedü’rresûlullah. İnnâ fetahnâ leke fethan mübinâ. Nasrun minallahi ve fethun karîb ve beşşiri’l Mü’minîne. Ya Muhammed!” yazılıydı. Diğer bölgelerde de bu sancağın benzeri sancaklar hazırlanmıştı.
Bazı bölgelerde, bir zamanlar serhad boylarında orduları coşturan Mehteran Bölüğünün benzerleri kurulmuştu. Bu mehter takımlarının bazıları yanında şu yazıyı taşımaktaydı:
“Müslümanlar! Birleşelim. Kurtuluruz.”
Düşmanla teşkilatlı bir biçimde mücadele eden yerlerin ilki Burhaniye’dir. Bu bakımdan bu şirin ilçenin Kurtuluş Savaşı’nda ayrı bir yeri vardır. Müderris Şükrü Efendi’nin başkanlığında kurulan Redd-i İlhak Heyeti, gönüllü toplamış, bunları silahlandırmış ve düşmanla çatışmaya girişmişti. Burhaniye’deki gönüllüler Ayvalık Cephesine yardım etmiştir. Ayvalık’ın işgali üzerine Burhaniye’ye çekilen 172. Alay Burhaniye milisleriyle takviye edilmiştir. Düşmana ilk kurşunu atan yerlerden biri olan Burhaniye bir sene on bir ay sekiz günlük esâretten sonra kurtularak çevredeki ilçelerden önce hürriyetine kavuşmuştur.
Kurtuluş Savaşı denilince çoğu kimsenin aklına Batı Bölgesinde yapılan savaş gelmektedir. Gerçekte ise mücadele Anadolu’nun her yerinde verilmiştir. Kurtuluş Savaşının en zorlu üç cephesi şunlardır: 1) Güneyde Fransızlara karşı açılan Güney Cephesi, 2) Doğuda Ermenilere karşı açılan Doğu Cephesi, 3) Batıda Yunanlılara karşı açılan Batı Cephesi…
Karadeniz bölgesinde de Pontus Rum teşkilatına karşı savaş verilmişse de, bunu bir “cephe” büyüklüğünde kabul etmemek lazım. Bölgenin yiğit evlatları ve ordu birliklerimiz bu problemi kısa zamanda ortadan kaldırmışlardır.
Şimdi bu cephelere ve verilen mücadelelere hülasa olarak bakalım:
İtilaf Devletlerinden İngiltere ile Fransa, sözde Mondros Mütarekesi’nin 7. Maddesine dayanarak Anadolu’muzun güney kısımlarını işgal ettiler. Önce İngilizler, Adana, Antep, Maraş ve Urfa’yı işgal ettiler. İngilizler, 15 Eylül 1919’da Fransızlarla, Osmanlı topraklarını paylaşmak için yeni bir anlaşma imzaladılar. Buna göre İngilizler Filistin ve Irak’a; Fransızlar ise Suriye ve Lübnan’a “himayeci devletler” olarak girecekler; Urfa, Antep, Maraş ve Adana Fransızlara verilecekti.
Düşman birlikleri yurda ayak bastığı ilk günden itibaren uyanan işgallere karşı mücadele etme fikri günden güne kuvvetleşti ve teşkilatlanma seviyesine geldi, neticede Güney Cephesi teşekkül etti.
Fransızlar, işgal ettikleri yerlerde Ermenilerle işbirliği yaparak onları Müslüman halka karşı silahlandırdı ve onlardan intikam alayları kurdu. Fransızlar bu Ermeni intikam alaylarıyla birlikte bölgede katliâmlara giriştiler. Bölge halkı bu katliâmlara dur demek için silahlandılar. Böylece millî kuvvetlerin Fransız ve Ermeni işgaline karşı koymak için bölgede meydana getirdiği bu cepheye “Güney Cephesi” adı verildi. Bu cephedeki mücadelelere satır başlarıyla bakalım:
Maraş Müdafaası: Maraş, 30 Ekim 1919’da Fransızlar tarafından işgal edilmişti. Fransızlarla birlikte, Ermeni intikam alayları da Maraş’a gelmiş ve halka ağır hakaretlerde bulunmaya başlamışlardı. Maraşlılar, mükemmel bir şekilde teşkilatlandıktan sonra işgalcilerle ve onların işbirlikçileriyle çok çetin bir savaşa girişti. Sonunda Fransızlar 11 Şubat 1920’de Maraş’tan kaçtı.
Urfa Müdafaası: Maraş’ta olduğu gibi Urfa’da da İngiliz işgalinin ardından Fransız işgali başladı. Bunlara yerli Ermenilerin işbirliği de eklenince işgalcilerin etnik yapısı ve adedi çoğalmıştır. Urfalılar Ocak 1920’de işgalciler ve onların işbirlikçileriyle çetin bir mücadeleye giriştiler ve 9 Ocak 1919’da Urfa’nın yarısını Fransızlardan aldılar. Daha sonra da Fransız birliklerini kuşattılar. Dışarıdan en ufak yardımın gelmesine müsaade etmediler. Perişan olan Fransızlar, 10 Nisan 1920’de kaçarcasına şehri terk ettiler.
Antep Müdafaası: Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra, Antep İngilizler tarafından işgal edildi. Antepliler bu işgali büyük mitinglerle protesto ettiler. Daha işgalin ilk gününden itibaren düşmanı topraklarından kovmanın planlarını yapmaya başladılar.
1 Nisan 1920’den itibaren başlayan şehir içindeki savaş yaklaşık 11 ay devam etti. Şehirde âdeta taş üstünde taş kalmadı. İnsanlar gibi bazı camiler de bütünüyle yıkılmak suretiyle şehit oldu. Antep’teki bütün minareler de “gazi” oldu. Bugün Antep’i gezenler minarelerdeki kurşun izlerini görebilirler. Bu mâbetlerimiz bu kurşun izlerini sinelerinde bir “gazilik madalyası” gibi taşımaktadırlar. Yediden yetmişe bütün halk kahramanca çarpıştı. Sonunda atılacak tek kurşun, yiyecek tek lokma yiyecek kalmayınca 9 Şubat 1921’de teslim olundu. TBMM, 1921’de yaptığı müdafaa ile bütün işgal güçlerinin gözünü yıldırıp cesaretlerini kıran Antep’e “Gazi” ünvanını verdi. Antep’in adı artık “Gaziantep”idi.
Güney Cephesi’nde Fransızlarla yapılan savaş, 20 Ekim 1921’de imzalanan “Ankara Antlaşması” ile sona erdi. Böylece Güney Cephesi kapanmış oldu.