ULU HÜNKÂRIN FİLİSTİN VE GAZZE HASSASİYETİ
Devlet-i Aliyye açısından oldukça zor bir konjonktürde tahta geçen Sultan II. Abdülhamid, hem Batı’da yaşanan bilimsel gelişmeleri yakından takip ederek Osmanlı coğrafyasına taşımaya çalışmış, hem de İslam halifesi sıfatıyla ümmetin meselelerine sahip çıkmış bir liderdi. Özellikle Mekke, Medine ve Kudüs gibi mübarek beldeler onun nazarında ayrı bir kıymete sahipti. Bu şehirlerin adları anıldığında gözleri yaşarır, yüreği titrerdi.

Osmanlı arşivlerinde yer alan yüzlerce belge, Sultan Abdülhamid’in Kudüs ve Filistin topraklarına dair hassasiyetini ve bu bölgelerin Yahudilerin eline geçmesini engellemek adına gösterdiği mücadeleyi açıkça ortaya koymaktadır. Örneğin, 1871 yılında alınan bir kararla Filistin toprakları miri araziye çevrilmiş ve Yahudilerin burada toprak sahibi olmalarının önü kesilmeye çalışılmıştı.
Sultan, dünya Siyonizminin Filistin topraklarında kök salma çabalarını fark ettiğinde, yalnızca bu teklifleri reddetmekle kalmamış, aynı zamanda diplomatik yollarla da önlemler aldırmıştır. Hariciye Nezareti, çeşitli basın açıklamalarıyla Siyonistlerin hedeflerini kamuoyuna anlatırken, elçilikler kanalıyla yabancı uyruklu Yahudilerin Filistin'e girişine vize verilmemesi talimatı verilmiştir. 1882'de alınan bir kararla, hacılar hariç olmak üzere Yahudilerin Filistin'e giriş çıkışları yasaklanmış, 1887’de ise gelen Yahudi hacıların sadece bir ay kalabileceği belirtilmiş, bunun için de 50 lira depozito şartı getirilmiştir.

Ancak ne yazık ki alınan tüm tedbirlere rağmen Yahudilerin Filistin’e göçü tamamen engellenememiştir. Hileli yollarla bu yasaklar delinirken, özellikle Avrupa’daki Yahudi lobileri Filistin'e yönelik büyük planlar yapmaya başlamıştı. O günlerde Osmanlı Devleti ciddi bir ekonomik ve siyasi kriz yaşarken, birçok Avrupa ülkesinde Filistin’in Yahudi göçüne açılabileceği yönündeki kanaatler güçlenmişti. İngiltere, bu noktada başı çeken ülkelerden biri olmuş; birçok gazete ve dergide Yahudi devleti kurulmasına dair fikirler kamuoyuna taşınmıştır.
İngiltere’den Edward Cazalet gibi iş adamları ve Laurance Oliphant gibi mistikler, Osmanlı’ya doğrudan teklifler sunmuş, hatta bazı bölgelerin Yahudi yerleşimine açılması için ekonomik teşvikler önermiştir. Ancak Sultan II. Abdülhamid, bu tekliflerin hiçbirine itibar etmemiştir. Ona göre mesele sadece toprak değil, ümmetin onur meselesiydi.
Siyonizm’in siyasi bir hareket olarak güç kazanmasıyla birlikte, Almanya da bu oyunda rol almaya başlamış; 1867’de toprak satın alma izni ve 1869’daki Osmanlı-Prusya anlaşması ile Alman nüfuzu Filistin’de hissedilir hâle gelmiştir. Helmuth von Moltke gibi Alman subaylarının öncülüğünde Filistin’e yerleşen Yahudi kolonileri, II. Abdülhamid’in dikkatinden kaçmamıştır. 1878'de bütün göçler yasaklanmış, toprak alım-satımı durdurulmuştur. 1883’te çıkarılan nizamnameyle yabancı uyrukluların mülk edinmeleri tamamen yasaklanmış, ancak bazı Osmanlı tebaası Yahudiler, yabancı uyruklu dindaşlarına muvazaalı yollardan emlak alımında aracılık etmeye başlamıştır.

Bu çabaların önüne geçmek isteyen Sultan II. Abdülhamid, şahsi hazinesinden yüklü meblağlarla Filistin’deki arazileri satın alarak “Filistin Çiftlikât-ı Şahanesi”ni oluşturmuş ve bu toprakların Yahudilere geçmesini fiilen engellemiştir. 15 Temmuz 1891 tarihli iradesinde Yahudi yerleşiminin Osmanlı için neden tehlikeli olduğunu açıkça belirtmiş ve hiçbir Yahudi’nin vatandaşlığa alınmayacağını vurgulamıştır.
Bu dönemde Yahudilerin yerleşimini kolaylaştırmak isteyen Batılı devletler, başta İngiltere, Almanya ve ABD olmak üzere Siyonizm’in taşıyıcıları olmuşlardır. İngilizlerin “Evanjelik” akımla harmanlanan Filistin ilgisi, Almanya’nın ise Yahudileri ülkesinden uzaklaştırma politikaları Filistin’e yönelik baskıları artırmıştır. ABD Büyükelçisi Oscar Straus’un bile Sultan Abdülhamid’i ikna etmek için rüşvet girişimlerinde bulunduğu, dönemin belgelerinde yer almaktadır.
Tüm bu baskılara karşı Sultan II. Abdülhamid, yalnızca siyasi değil, aynı zamanda ekonomik ve diplomatik bir mücadele vermiştir. Ancak 24 Temmuz 1909’da İttihat ve Terakki iktidarının ‘‘Emlak-ı Şahane’’ olan petrol sahalarını Ziraat ve Ticaret Vekâletine devretmesiyle, II. Abdülhamid’in kurduğu savunma hattı yıkılmıştır. Bu ortamda Lawrance gibi ajanların faaliyetleriyle Arap Yarımadası’nın elden çıkışı hızlanmış ve Filistin üzerinde yürütülen planlar için büyük bir zemin oluşmuştur.
Bugün Gazze’de yaşanan insanlık dışı saldırılar ve Filistin topraklarında devam eden işgalci politikalar, tarihin karanlık sayfalarına düşen bu derin planların bir sonucudur. Ancak hatırlanmalıdır ki, Sultan II. Abdülhamid gibi bir lider, ümmetin izzet ve toprak bütünlüğü uğruna tüm baskılara karşı dimdik durmuş, tarihe onurlu bir duruşun timsali olarak geçmiştir.
Uğur Utkan