6 Ağustos 1945 tarihinde Iğdır’daki sınır kapısına yakın olan Aras Nehri üzerindeki Boraltan Köprüsü yürek yakan elem verici bir hadiseye şahitlik etmiştir. Stalin zulmünden kaçıp ülkemize sığınan 145 Azeri kardeşlerimiz, Tek Parti-Tek Şef iktidarı tarafından Ruslara teslim edilmiş, bu mazlumlar Boraltan Köprüsü’nü geçer geçmez sınırın öte yanında bizim askerlerimizin gözü önünde kurşuna dizilmişlerdir. Bu elem verici hadise ilk defa, 1951 yılında Demokrat Parti Tekirdağ Milletvekili Şevket Morcan tarafından gündeme getirilmiş, milletvekilinin sorusuna cevap veren Adalet Bakanı konu üzerine belgelere dayanarak geniş açıklamalarda bulunmuştur.
Azeri kardeşlerimiz elleri bağlı şekilde köprünün başına getirildiklerinde askerlerimize yalvarmış, “Bizi siz vurun, Ruslara teslim etmeyin!” demişlerdir. Boraltan Köprüsü olayını dile getiren AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan konuşmasında bu hususu da nazara vermiş, o devirde dillendirilen bir ağıtı da şu şekilde aktarmıştır:
“Boraltan bir köprü, aşar geçer Aras’ı, / Yuğsan Aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası / Düşman bekler karşıda, önüne kattı beni, / Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni. / Dönüp seslendim geri, merhametsiz birine, / Beni siz vursaydınız, şu gâvurun yerine.”
Bu manzumeyi okuyan Erdoğan daha sonra şöyle demiştir: “İşte CHP budur. Bugün CHP Azerbaycan’a, Kırım’a göğsünü gere gere gidemez. Ama biz Saraybosna’ya da Kahire’ye de Tunus’a da Gazze’ye de Bakû’ye de göğsümüzü gere gere gideriz. En kısa zamanda Şam’a gideceğiz. Emevi Camisi’nde namaz kılıp, Suriyeli kardeşlerimizle kucaklaşacağız.” (Erdoğan’dan Önemli Mesajlar-5 Eylül 2012)
Boraltan Köprüsü olayına orada görev yapan bir asker olarak bütün safhalarıyla şahit olan Bekir Doğan, gördüklerinin hafızasından silinmediğini söylemektedir. Anadolu Ajansı muhabirinin sorularını cevaplandıran Bekir Doğan, 145 Azeri kardeşimizin Ruslar tarafından katledilişini şöyle anlatmaktadır:
“Üsteğmenimiz beni çağırdı. ‘Evladım bize verilen mühim bir görev var’ dedi. Biz köylü çocuğuyuz, hiçbir tahsilimiz de yok. Bir emir. Mezalimden kaçan, gece ormanlarda, fundalıklarda saklanarak Türkiye'ye sığınanları bizim önümüze kattılar. Ne yapacağız? Horasan, Sarıkamış'tan gittik. Köprüköyü'nde bir gece kaldık. Horasan'da da bir gece kaldık. Kalabalık, yatak yoktu.” Azerbaycanlı Türklerin hallerinin iç acıtıcı olduğunu vurgulayan Doğan, kısa zamanda yürümeleri gereken mesafeyi günlerce yürüdüklerini söyledi. Doğan, yolun sonunda neyle karşılaşacaklarını kimsenin bilmediğini belirterek, buna rağmen herkesin içinde kötü bir his olduğunu anlattı. Azerbaycanlıların kendilerine sık sık, “Biz davar sürüsü müyüz, bizi nereye götürüyorsunuz, Allah’tan korkmuyor musunuz, sizde vicdan yok mu?” diye seslendiğini dile getiren Doğan, “Boraltan denilen yere geldik. Uzun bir tahta köprü. O zaman öyle hatırlıyorum. Bizim haberimiz yok. Üsteğmenimiz çok kıymetli bir subaydı. O da ağlaya ağlaya onlarla konuşuyordu. Üsteğmen konuyla alakalı tekrar tekrar telgraf çekti. Komutanımız bu olaydan sonra silahını çekip intihar etti. Biz neden intihar ettiğini bilemedik. Bizim haberimiz yok, askeriz. Hem de çocuğuz. Aklımız başımızda oturaklı da değil. Göreve gidiyoruz, bir amaç var ama neyin nesi olduğunu bilmiyoruz” diye konuştu. Doğan, Azerbaycanlıların Sovyetlere teslim edileceklerini anladıklarında sitem ettiklerini belirterek, şunları aktardı: “Onların feryadı, figanı, çığlığı... ‘Sizde insaf, merhamet yok mu? Sizde Allah korkusu yok mu? Müslüman Müslüman'a bunu yapar mı, siz Türk değil misiniz? Türk olduğumuz için size sığındık, gölgenize geldik, bizi nasıl teslim edersiniz?”
Bekir Doğan, Azerbaycanlıları gören Rusların sevinç naraları attığını anlatarak, orada yaşananları şöyle anlattı: “Biz bunları köprüden teker teker isimleri okunarak teslim ettik. Sürüye sürüye köprüden geçirildiler. Allah kimseye öyle bir manzarayı görmeyi nasip 2 etmesin. Zaten elimizden alıp götürdüler. Karşıya geçince, ‘Hoş geldiniz’ demiyorlar. Ellerinde ne varsa süngü mü tüfek mi, vurduğu zaman ‘Allah’ diye bağırıyorlardı. Keşke gitmeseydim, görmeseydim, bilmeseydim. Alnımız yerde, gözümüzde yaş, onların üzerimizdeki manevi etkileri bizi küçülttükçe küçülttü. ‘Keşke biz de gidip ölseydik’ dedik. Rusların ellerine geçtikten sonra biz uzaktan bakıyoruz, öyle bir muamele ki hayvana yapılmayacak bir muamele. Haksız, insafsız, vicdansız bir muamele... Hepsini sıraya dizdiler makineli tüfekle taradılar. Mısır sapı gibi hepsi yere yığıldı.” (Anadolu Ajansı-15.12.2020)