Peygamber Efendimizin (asm) bir hadis-i şerifinde anlatılır. Kevser havzının başına gelmeye çalışanlardan bazıları, melekler tarafından yakalanıp Cehenneme sürüklenir. Sevgili Peygamberimiz o kimselerin niçin götürüldüklerini sorunca, melekler; “Onlar sizden sonra bid’at yoluna saptılar. Dini değiştirmeye çalıştılar.” Deyince Peygamber Efendimiz; “Lanet onların üzerine olsun” buyurmuştur. Sevgili Peygamberimizin bid’atla ilgili iki hadis-i şerifini nakledelim:
“Her bid’at dalâlettir ve her dalâlet Cehennem ateşindedir.”
“(Dinin muhkemât kısmını değiştirmeye kalkışan bid’atçılar) okun yaydan ayrıldığı gibi dinden çıkarlar.”
Bid’atla ilgili Bediüzzaman hazretlerinin eserlerinde yer alan açıklamalardan bazılarına bakalım:
"Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse [yapışsa], yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir."
“ Evet Sünnet-i Seniyyeye ittiba [bağlanmak, tabi olmak], mutlaka gayet kıymetdardır. Hususan bid'aların istilâsı zamanında sünnet-i seniyyeye ittiba etmek daha ziyade kıymetdardır. Hususan fesad-ı ümmet zamanında Sünnet-i Seniyyenin küçük bir âdâbına müraat etmek [uymak], ehemmiyetli bir takvayı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor. Doğrudan doğruya Sünnete ittiba etmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ı hatıra getiriyor. Sünnet-i Seniyenin meratibi var. Bir kısmı vâcibdir, terkedilmez. O kısım, Şeriat-ı Garra'da tafsilâtıyla beyan edilmiş. Onlar muhkemattır, hiçbir cihette tebeddül etmez.
“Bir kısmı da, nevâfil [nafileler] nev'indendir. Nevafil kısmı da, iki kısımdır. Bir kısım, ibadete tâbi' Sünnet-i Seniye kısımlarıdır. Onlar dahi şeriat kitablarında beyan edilmiş. Onların tağyiri bid'attır.
“Diğer kısmı, "âdâb" tabir ediliyor ki, Siyer-i Seniye kitablarında zikredilmiş. Onlara muhalefete, bid'a denilmez. Fakat âdâb-ı Nebevîye bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakikî edebden istifade etmemektir. Bu kısım ise, örf ve âdât ve muamelât-ı fıtriyede Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın tevatürle malûm olan harekâtına ittiba etmektir.” (Lem'alar, 11. Lem’a, “Mirkat-üs Sünneti ve Tiryaku Marazı’l Bid’a, s. 72-73.)
“Sünnet-i Seniyyenin her bir nev'ine tamamen bilfiil ittiba etmek, ehass-ı havassa dahi ancak müyesser olur. Ona bilfiil olmasa da, binniyet, bilkasd tarafdarâne ve iltizamkârane talib olmak, herkesin elinden gelir. Farz ve vâcib kısımlara zâten ittibaa [uymaya] mecburiyet var. Ve ubudiyetteki müstehab olan Sünnet-i Seniyenin terkinde günah olmasa dahi, büyük sevabın zayiatı var.
“Tağyirinde [değiştirilmesinde] ise, büyük hata vardır. Âdât ve muamelâttaki Sünnet-i Seniyye ise, ittiba ettikçe, o âdât, ibadet olur. Etmese itab yok. Fakat Habibullah'ın [asm] âdâb-ı hayatiyesinin nurundan istifadesi azalır.
“ Ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar bid'attır. Bid'atlar ise, اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ sırrına münafî olduğu için, merduddur. Fakat, tarîkatta evrad ve ezkâr ve meşrebler nev'inden olsa ve asılları Kitab ve Sünnetten ahzedilmek [alınmak] şartıyla ayrı ayrı tarzda, ayrı ayrı surette olmakla beraber, mukarrer olan usûl ve esasat-ı sünnet-i seniyeye muhalefet ve tağyir etmemek şartıyla, bid'a değillerdir. Lâkin bir kısım ehl-i ilim, bunlardan bir kısmını bid'aya dâhil edip, fakat "bid'a-i hasene" namını vermiş.
“İmam-ı Rabbanî Müceddid-i Elf-i Sâni (R.A.) diyor ki: ‘Ben seyr-ü sülûk-u ruhanîde görüyordum ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan mervî olan kelimat nurludur, sünnet-i seniyye şuaı ile parlıyor. Ondan mervî olmayan parlak ve kuvvetli virdleri ve halleri gördüğüm vakit, üstünde o nur yoktu. Bu kısmın en parlağı, evvelkinin en azına mukabil gelmiyordu. Bundan anladım ki; sünnet-i seniyyenin şuaı, bir iksirdir. Hem o sünnet, nur isteyenlere kâfidir, hariçte nur aramağa ihtiyaç yoktur." (Lem'alar, s. 80)
”Nasıl ki kışta, fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir [kapatılır]. Yeni kapıları açmak, hiçbir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem nasıl ki büyük bir selin hücumunda, tamir için duvarlarda delikler açmak gark olmağa[boğulmağa] vesiledir. Öyle de, şu münkerat zamanında ve âdat-ı ecânibin [ecnebi âdetlerinin] istilası anında ve bid'aların kesreti vaktinde ve dalaletin tahribatı hengamında, içtihad namıyla, kasr-ı İslâmiyetten [İslam sarayından] yeni kapılar açıp, duvarlarından muharriblerin [tahrip edicilerin] girmesine vesile olacak delikler açmak, İslâmiyet'e cinayettir.” (Sözler, s. 594)
”Dinin zaruriyatı ki içtihad onlara giremez. Çünki kat'î ve muayyendirler. Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler; şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti onların ikamesine ve ihyasına sarfetmek lâzım gelirken, İslâmiyetin nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı safiyane ve hâlisanesiyle bütün zamanların hacatına [ihtiyaçlarına] dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp, heveskârane yeni içtihadlar yapmak; bid'atkârane bir hıyanettir.” (Mesnevi-i Nuriye, s. 100)

