Seyfettin BUDAK

Tarih: 08.10.2025 20:17

Dahilik mi, Delilik mi?

Facebook Twitter Linked-in

Dahilik mi, Delilik mi?

 

Peki ya, tüm büyük dehalar ve dâhiler, sadece toplumun “normal” sınırlarını aşmış ve bu yüzden “deli” diye yaftalanmış insanlarsa? 

Bu etiket, gerçeğin ta kendisi mi, yoksa rahatlık alanımızı tehdit eden her şeye vurduğumuz bir damga mı?

Bir parkta oturduğunuzu hayal edin! 

Yan banktaki kişi, defterine durmaksızın karmaşık şemalar çiziyor, ara sıra yüksek sesle kendi kendine konuşuyor ve etrafındaki hiçbir şeyle ilgilenmiyormuş gibi görünüyor. İlk içgüdüsel tepkiniz ne olurdu? 

Çoğumuz, rahatsız olur, garipser ve zihnimizde hızla “Bu adamda bir tuhaflık var” etiketini yapıştırırız. Oysa aynı davranışlar, tarih kitaplarında bir dehanın “derin düşünceye dalması” olarak anlatılabilir. Buradaki tek fark, sonuçta ortaya çıkan üründür. 

Toplum, başarıya dönüşmeyen sıra dışılığı “delilik”, dönüşeni ise “dahilik” olarak kutlama eğilimindedir. 

Gündelik hayatta, çalıştığınız yerde sürekli itiraz eden, "imkânsız" fikirlere kafayı takan meslektaşınız da başarısız olduğu sürece "sorunlu", fikri tuttuğunda ise "vizyoner" ilan ediliverir. Bu acımasız denklemin neresindeyiz?

Antik Yunan’dan beri filozoflar bu ince çizgiyi sorgulamıştır. Platon, şiirsel yaratımın kaynağını “ilahi bir delilik” (mania) olarak tanımlar. Ona göre, akıl tek başına büyük sanatı ve keşfi doğuramaz; aklın sınırlarını aşan bir esrime hali gerekir. 

Nietzsche ise daha da ileri giderek, “Bir tutam kaos taşımayanın, yıldız doğuramayacağını” söyler. Bu kaos, toplumun düzen ve normlarına uymayan, bazen rahatsız edici olan bir yaratıcılık kaynağıdır. 

Aristoteles bile melankolik mizaca sahip kişilerin olağanüstü yeteneklere yatkın olduğunu gözlemlemiştir. 

Peki bu durumda, bizim "akıl sağlığı" dediğimiz şey, sadece bir "uyumluluk sendromu" olabilir mi? 

Topluca kabul ettiğimiz bir yanılsamanın içinde, asıl gerçekliği görenleri mi dışlıyoruz?

İş yerindeki “tuhaf” arkadaşınızı düşünün! 

Sürekli geleneksel yöntemlere itiraz ediyor, “uçuk” fikirlerle herkesi şaşırtıyor ve belki de biraz asosyal. Onun bu özellikleri rahatsız edici bulunabilir. Ancak bir sorun karşısında herkesin tıkandığı yerde, tam da o “uçuk” fikriyle çözüm üreten de o olur. 

Onun “deliliği”, aslında yerleşik kalıpları görememe körlüğünden kurtulmuş bir “dahilik” biçimidir. 

Bu, Albert Camus'nün absurd kahramanının modern iş dünyasındaki yansıması değil midir? Anlamsız ve sıradan olana isyan eden, bu isyanıyla da yeni bir anlam yaratan biri...

Modern psikoloji, bu felsefi gözlemi destekler niteliktedir. Yaratıcılık ve bazı ruhsal durumlar (bipolar bozukluk, depresyon) arasında bir bağ olduğuna dair çalışmalar vardır. 

Van Gogh’un fırça darbelerindeki coşku ve ıstırap, Virginia Woolf’un kelimelere döktüğü derin melankoli, Beethoven’ın sağırlığına rağmen bestelediği muhteşem senfoniler… 

Hepsi, içsel bir kaosun sanata ve dehaya dönüşümünün kanıtlarıdır.

Ancak burada tehlikeli bir klişeye düşmemek gerekir. Her dâhi hasta değildir ve her hasta kişi dâhi… 

Bu romantik bir yanılsamadır. Asıl mesele, toplumun farklı olana, sıra dışı düşünceye ve yaratıcı kaosa olan tahammülsüzlüğüdür. 

Nietzsche’nin dediği gibi, “Deli denilen, yalnızca toplumsal uzlaşıya uymayan insandır.” Bu tanımı ters yüz etsek: O halde "deli" diye yaftaladıklarımız, aslında en özgür, en az koşullanmış olanlarımız mı? 

Onlar, bizim korkudan inşa ettiğimiz hapishanenin duvarlarını göremeyen ya da umursamayanlar mı?

Öyleyse, bir dahaki sefere bize “tuhaf” gelen bir davranışla karşılaştığımızda kendimize soralım! 

Acaba bu kişi, benim anlayamadığım bir gerçekliğin peşinde mi? 

Onun bu “sapkın” fikri, belki de benim içinde sıkışıp kaldığım soruna çözüm olabilir mi? “Normal” olanı kutsayarak, aslında kendi potansiyelimizi ve toplumun ilerlemesini mi köstekliyoruz?

Unutmayın, yerçekimine meydan okuyan bir elmanın düşüşünü “normal” karşılayanlar çoğunluktu. Onu bir ilham kaynağına dönüştüren ise, “delilik” ile “dahilik” arasındaki o sınıra cesaretle basan Newton’du. 

Belki de asıl delilik, hiç risk almadan, sıradanlığın güvenli limanında ömür tüketmektir. 

Peki siz, hangi tarafındasınız bu sınırın? 

İzleyenlerden misiniz, yoksa o sınıra basmaya cesareti olanlardan mı?


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —