Şehitlerimizin ve Gazilerimizin
Hukukunu Müdafaa (5)
“Kurtuluş Mücahedesi” başlayınca, âlimler de cepheye koşmuştu. Bu âlimler, ilmen, kalemen, seyfen cihad ediyorlardı. Bu âlimlerin yaptıkları en müessir hizmet halka cihad hakikatını anlatıp, onları fiilen savaşa hazırlamaktı. Bu âlimlerden bazılarına ve bunların konuşmalarına ve hizmetlerine bakalım.
İstiklal Marşı Şairi Mehmed Âkif Bey, Anadolu’ya gitmiş, mühim merkezlerde camilerde binlerce insanımıza cihad hakikatını anlatmıştı. Kastamonu’nun kazalarında verdiği vaazlarında birlik ve beraberlikten, cihadın faziletinden bahsetmekteydi. Âkif şöyle diyordu:
“Ey cemaati Müslimin! Tâ âlem-i ervahta [ruhlar âleminde] ikrar verdiğimiz bu dini mübin, izzet dinidir, azamet dinidir, saadet dinidir. Zillet dini değildir, meskenet dini değildir, sefalet dini değildir. Kelimetullah’ı i’lâ için dünyanın şarkına, garbına, şimaline, cenubuna koşan, önüne dikilmek istenen türlü türlü engelleri, mezahimi [zahmetleri, sıkıntıları] yıkıp geçen ecdâdımızdan olsun sıkılmaz mısınız? O kahraman Müslümanlar size dünyalar kadar vasi [geniş] bir memleket, dünyaları titreten bir saltanatla tarihler dolusu mefahir bıraktılar. Ya sizler evlâdınıza, ahfadınıza [torunlarınıza] miras olarak acaba ne bırakıp gideceksiniz? Her karış toprağında binlerce şehidin hisse-i şayiâsı bulunan nâmütenahi Müslüman yurtlarını elimizden çıkara çıkara bugün öyle bir hale geldik ki artık maazallah yeni bir ric’ata imkân yok! İmkan olduğunu farz etsek meydan yok! Önümüzdeki düşmanı sürüp çıkarmazsak, arkamızda dini, imanı, ırzı, namusu, evlâdı, ayali barındıracak bir karış yer kalmamıştır. Bunu hiçbir zaman hatırınızdan çıkarmayınız. Anadolu’nun köyüne kadar sokulmak isteyen düşman, maazallah [Allah korusun] biraz daha ilerleyecek olsa ne yapacaksınız, nereye gideceksiniz? Henüz hakimiyetimize, istiklalimize hatime [son] çekilmemişken o mel’un, o vahşi düşmanların eline geçen yurtlarımızdaki dindaşlarımızın ne gibi muâmele gördüklerini hiç mi işitmediniz? Ben buna imkan vermiyorum. Çünkü hatıra, hayale gelmez canavarlıklarla türlü türlü işkenceler altında öldürülen biçarelerin feryadı göklere kadar çıktı. Seller gibi akan masum kanlarının aksile ufuklar kıp kızıl kesildi. En katı yürekleri merhamete getiren o muhrik [yakıcı] figanları, o acıklı eninleri sağırlar duydu, siz duymadınız mı? Hülagu’nun Bağdat’ta, İspanyolların Endülüs’te vücuda getirdiği feci menazırı [manzaraları] andıran o vahşet nümunelerini, o şenaat levhalarını körler gördü. Siz görmediniz mi? Yanıbaşınızdakinin kardeşlerinizin matemine, felaketine karşı bu derecelerde lakayt kalmak, Allah için olsun söyleyiniz, reva-yı hak mıdır? ‘Müslümanların derdini kendine dert etmeyen Müslüman değildir’ diyen Peygamberin huzuruna acaba hangi yüzle çıkacaksınız?
“Geliniz, Allah’ın inayetinden ye’se düşmek suretiyle bilerek, bilmeyerek daldığımız dalâlet girdabından silkinip çıkalım. Cenab-ı Hakkın kudretine, azametine, vaad-i İlâhisinin hulf şaibesinden beraatine olan imanımızı tecdit edelim [yenileyelim], barigâh-ı merhametine sığınalım.”
“Devlet, millet, ordu, bizden fedakârlık istiyor. Biz bu fedakârlığı dinimizi, vatanımızı korumak için seve seve yapacağız. Âlimler ilmiyle, zenginler servetiyle, fakirler güçleri oranında, eli silah tutanlar kuvvetiyle çalışacak. Bundan kaçmak haramdır, dine ihânettir. Her şeyi devletten bekleyemeyiz. Çünkü İslâm’ın son kalesi olan bu devlet, artık hayata veda
etmek üzere…”
Mehmet Âkif Bey’in bir başka konuşması:
“…Ey Müslümanlar, sizin için bu âyet-i celileye itaattan başka selâmet yolu yoktur. Takip edilecek hattı hareket, düstur-u siyaset [siyaset prensipleri] tamamiyle bu âyet-i celilede mündemicdir [içine alınmıştır]. Binaenaleyh meâl-i ulvisini bir kere de toplayıp ifade edelim. Cenab-ı Hak buyuruyor ki:
“‘Ey Mü’minler, size ellerinden gelen fenalığı yapmaktan çekinmeyen, bu hususta hiçbir fırsatı kaçırmayan, dininize yabancı kimseleri kendinize mahrem-i esrâr, dost, arkadaş, ittihaz etmeyiniz. Bunların suret-i haktan görünerek size güler yüz göstermelerine, hayrınızı ister gibi tavırlar takınmalarına asla kapılmayınız. Onların gece gündüz isteyip durdukları sizin felâketinizden, izmihlâlinizden, esaretinizden başka bir şey değildir. Baksanıza, size karşı kalplerinde besledikleri düşmanlık o kadar dehşetli ki bir türlü zaptedemiyorlar da ağızlarından kaçırıyorlar. Halbuki yüreklerinde kök salmış olan husumet, ağızlarından taşan ile kabil-i kıyas değildir, ondan çok fazladır, çok şiddetlidir.’
“İşte bütün hakikatleri, âyet-i celilemizle sizlere açıktan açığa tebliğ ediyoruz, bildiriyoruz. Eğer aklı başında insanlarsanız, eğer dareynde (Dünya ve âhirette) zelil olmak, hüsranda kalmak istemezseniz âyât-ı celilemizin gereğince hareket ederek felah bulursunuz [kurtulursunuz].’
“Bu âyet-i celile Sure-i Âl-i İmran’dadır. Sure-i Tevbe’de de ‘Ey Müslümanlar, Cenab-ı Hak içinizden hak yolunda mücahedede bulunanları, Allah ile onun Resul-ü muhtereminden,
bir de mü’minlerden kendisine dost ittihaz etmeyenleri görmedikçe sizler öyle başı boş bırakılacak mısınız, zannediyorsunuz?’Bu iki âyet-i celileden başka diğer âyât-ı kerimeler daha vardır ki hep aynı ruhtadır.”